Tüm dünya bir azınlığın elinde oyuncak olurken sokaktaki oyunları, hatta oyun oynanmasın diye sokaklar dahi her şeyi gasp edip alınır satılır hale getirdiler. Futbolun zirvesi Dünya Kupası da bunun istisnası değil...

Katar’da olduğu gibi, her toplumun toplumsal cinsiyet rollerinin dağılımı, tarihsel süreç içerisinde büyük ölçüde sahip oldukları genel kültür sistemleri tarafından belirlenmektedir.

Dini formasyondaki feodal, geleneksel toplumlarda cinsiyet rollerinde, kadının içinde yaşadığı toplumun kendilerine tayin ettiği ‘dişi’ özellikleri, erkeğin de ‘eril’ özellikleri taşıması beklenmektedir ve kuraldır. ‘Eril’ olan, iktidar ve egemenlik arar, bunun için her türlü şiddeti kullanır. ‘Dişil’ olan ise kapatıldığı alan içerisinde şefkatli, besleyici, bağımlı, destekleyici olur. Tüm kurallar normatiftir ve ceza sitemine tabidir.

Katar’ın sahip olduğu dini formatlı geleneksel dayatmaları üzerinden düzenlenen oyunlar! Hala Dünya Kupası hüviyetini kazanamadı. Oyunlar içindeki feodal beklentilerine dayalı kısıtlayıcı kuralları, zorla benimsetmeye çalışılmanın takımlar ve oyuncular üzerindeki etkileri maalesef futbolun önüne geçti.

Bu organizasyonun geldiği nokta itibariyle, ortaya çıkan olumsuzluklar ve tartışmalar ile süreç yönetimindeki usulsüzlükleri ve yolsuzluklar, 1998 yılından itibaren Blatter’in başkan seçilme süreci öncesindeki çalışmalarıyla başlamıştı.

Ortaya çıkan tüm olumsuzluklara rağmen, süreç olarak yolsuzluğun kabulü şeklinde devam eden organizasyonda gruplardaki maçların ilk bölümünün sonuna gelindi.

Ama etkileri devam edecektir.

FİFA, Heve Renard, Sudi Arabistan ve İran’ı bu bakış açısında irdeleyerek bu futbol oyunlarını (!) analiz etmekte yarar var.

Pers’lere dayatılan geleneksel dini formattaki Arap kültürünün geri tepmesi sonucunda, ülkede yaşanan halk ayaklanmasını desteklemek için İran’ın futbolcularının almış olduğu tavır; tüm geleneksel din formatındaki egemen yapıya karşı, cinsiyet eşitliğine dayalı olarak, ciddi bir iradeyi sahaya yansıtmaları, gelinen durum içindeki çelişkilerin belki de en etkilisiydi ve en olumlusuydu. Bazıları için futbolu araç olarak kullanarak bundan çıkar sağlamak varken, İranlı futbolcuların futbolu araç olmaktan ziyade, ölüm-kalım mücadelesi içinde olan halkına karşı duydukları sorumluluğun büyüklüğünün futbol maçının çok üstünde olduğunu yine de futbol oynayarak ortaya koydular. Skor ve oyun analizi başka bir şeydir.

FİFA ise, İran’ın aksine, çıkarları uğruna ortaya koydukları Katar yanlısı iradeden ne olursa olsun vaz geçmiyorlar. Başkan İnfantino’nun, geleneksel yaşam koşulları baskısının uygulandığı bir ülkede yapılan spor organizasyonun, futbolun ve sporun kendine ait kültürel içeriklerini yok sayarak, bu geleneksel ve kendilerine ait olan yasaklara uyum sağlaması konusundaki direnişi, artık futbolu kullanılması açısından geldiği son noktayı ortaya koymuştur.

FİFA azıyı ele alarak, kaptanlık bantlarının rengine, forma üzerinde veya içindeki yazıların içeriğine, içki içilmesine kadar müdahale ederek ve cezai işlem uygulama tehdidi ile süreci yönetmeye çalışmaktadırlar.

Tüm bunları Şeyh emrediyor, İnfantino pazarlıyor, FİFA hakemleri dahi devreye sokup uyguluyorsa… İranlı futbolculara büyük saygı göstermek gerek.

Her şeye rağmen futbol sahada oynanmaya devam ediyor.

İşte, Arjantin-Sudi Arabistan maçı…

Maça en etkili ismi olan Sudi Arabistan antrenörü Herve Renard üzerinden giderek yorum yapmak daha doğru olacak sanırım.

Herve Renard yıllarca Afrika ülkelerini çalıştırıp başarılı olmuş bir teknik direktör. Fransa’da iki takıla anlaşıp çalışsa da başarılı olmadı!

Renard, Afrika kültürünü ve bunun temelini oluşturan geleneksel yapıyı çok iyi analiz edip kendine buradan bir strateji belirlemiş antrenördür.

Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin en belirgin özellikleri, kendilerine ait ülke ekolüne dayalı bir sistematik kurguya sahip olmamalarıdır. Haliyle, burada ortay çıkan geniş boşluğu antrenörün kendisinden doldurulması isteniyor. Bu Renard’ın en önemli çıkış noktasıydı. Bu konuda Jesus’la benzerlikleri var.

Diğer önemli nokta; geleneksel yapıdaki hiyerarşik düzen içinde, yukarıdan aşlığa egemen olan hiyerarşik kurgu sistemindeki emir-komuta zincirinin oluşması neticesinde ortaya çıkan itaatte dayalı disiplin kültürüdür.

Renard’ın bu konudaki talebi, istediği her şeyin yapılmasına yönelik sadakattir. Tabii bunu birçok ülkeyi yönetenlerin yaptığı sömürü mekanizması ile karıştırmamak lazım. Sadakat içindeki beklentisi sadece masada futbol adına kendi taleplerinin olmasından dolayı, kendi prensiplerine itaat edilmesi ve buradan bir oyun felsefesinin çıkmasını sağlamasına yöneliktir. Yoksa kötü bir anlam içermiyor.

Prensiplerinin en belirgin olanları: Agresif savunma, ikinci bölgede offside üzerinden set savunması, kapılan toplarla direk kaleye ve sonuca gidilmesi, birinci bölgede rakibe alan ve zaman bırakılmaması gibi temel prensipler üzerinden taktiksel bütünlüğü oluşturan talepleri olmaktadır.

İşte bunlar onun için başarının olmazsa olmaz içerikleridir.

Sadece ulusal takımlarda böyle bir süreci yaşaması onun bu alanı tercih etmesine neden olduğu gibi, hem elini kolaylaştırıyor hem de başarı odaklı çalışma programının uygulamasını prensip haline getiriyor. Bu yolun riskli olmasına rağmen başarı için daha kısa yol olmasından dolayı belki de tercih etmekte.

Sudi Arabistan bundan sonraki maçlarını kaybeder ya da kazanır belli değil, ama oynayacağı oyunu belli… Mühim olan bu oyun disiplinindeki kuralların ne kadarını uygulayabilecekler.

Mağlup olan Arjantin’e karşı duygusal bağın ve başarı beklentisinin oluşmasının ana nedeni, tarihsel süreç içerisinde, siyasi ve sosyal olaylar esnasında ülke içindeki yaşanılan sıkıntılara karşı gösterilen amansız mücadele ile, her türlü zorluğa rağmen, bu süreç içerisinde kendi içlerinden çıkarmış oldukları değerlerdir.

Ama futbol duygusal bir oyun değildir.

Bu kadar kirliliğin içinde, Arjantin üzerinden bir duygusallık yaşanması belki de bu kupaya en temiz olan yaklaşımdı.

Hepimiz saha içinde ve saha dışında dünyanın içinde bulunduğu tüm olumsuzluklara rağmen, mutsuzluğumuzu kıracak ve göz göre göre yapılan tüm haksızlıklara karşı oluşabilecek-bizi mutlu edecek bir değer aradığımızdan gözümüz farklılıkların peşinde.

İran’ın ortaya koyduğu irade, Alman Milli takımının ağızlarını kapatarak resim çektirmesi ile taraftarların ve futbolcuların tepki için bir alan araması hep bu beklentinin neticesidir.

Kapitalizm her şeyi metalaştırdı. Her şeyi alınır satılır yaptı… Oyunu satın alamasalar bile, FİFA gibi etrafındaki her şeyi satın alarak onu bağımlı hale getirdiler.

Tüm dünya bir azınlığın elinde oyuncak olurken, sokaktaki oyunları-hatta oyun oynanmasın diye sokaklar dahi kadar her şeyi gasp edip alınır-satılır hale getirdiler. Bunun adına ekonomi yönetimi diyorlar. Bir sürü uzman yetiştirip bu sömürü mekanizmasının mantıklı açıklaması üzerinden halkları ikna edecek güzel cümleler kurmalarını istiyorlar. Bunların adına da prestijli iş diyorlar.

Ortada artık sadece oynanacak bir oyun kaldı.

Ama onu da manipülasyona dayalı ‘iddia’lı bir oyun haline getirip pazarladılar.

Hem de bir tuşla…