BALTI, yeni bir gelecek inşa etmek için yeraltına yerleşen insanların torunlarının yerüstüyle aralarındaki perdeyi aralama isteklerinin anlatısı

Dünya hepimizin ana yurdu

OĞUZCAN ÇAĞAN

Salgın sebebiyle zaruri ihtiyaçlarımız dışında çoğumuzun evlere çekildiği bu dönemde büyük bir benzerliğimiz var BALTI halkıyla çünkü roman BALTI halkının kapalı bir ortamda yeni bir dünya yaratmayı nasıl başardıklarının da bir izdüşümü. Öte yandan bir halkın, kendi geleceklerine nasıl sahip çıktıklarını da aktarıyor İrem Uşar. İrem Uşar ile Eksik Dünya BALTI’nın açtığı yoldan ilerleyerek romanı ve günümüzü konuştuk.

► Roman bir ithafla açılıyor: “Pes etmeyen, dünya güzeli gezegenimiz için…” Eksik Dünya BALTI’nın bir damarı da doğayla, doğadaki canlılarla olan ilişkimiz. İçinden geçtiğimiz sisli günler ekseninde ve son soruyu başlangıçta sormak pahasına sormak isterim: Corona günleri bittikten sonra romandaki gibi bir uyanıştan veya uyanış ihtimalinden söz etmek mümkün mü?
Eksik Dünya BALTI, 300 yıldır yeraltında yaşayan, sorgulamayı bırakmış bir halkın artık günışığını görmek isteyen çocuklarını anlatıyor. Fantastik bir kurgusu var. Gerçeğin fantastikle yarıştığı pandemi dönemi başlamadan bir ay önce basıldı. Bu kitabımı, evimiz Dünya’ya ithaf etmek istediğime karar vermiştim. Bir kitabımı ithaf edecek kadar Dünya’ya değer verdiğimi çocuklar görsün istiyordum.

Dünya hepimizin ana yurdu. Ana yurdumuzu ve barındırdığı tüm türleri görmezden gelip sadece insanı merkeze alırsak bugünkü durumla yüzleşiyoruz. Beğensek de beğenmesek de bu güzel gezegeni hayvanlar, bitkiler, bakteriler hatta virüslerle paylaşıyoruz. Yayılmacı olmadan, özel alanlara saygıyla hep birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Çocukların ve gençlerin bunu fark etmelerini çok önemsiyorum. Bu fark ediş, doğaya saygılı, mesafeli bir duruşa ve vicdanın uyanışına yol açacak. Corona günlerini çocuklara, gençlere bu çerçevede anlatabilirsek evet, bir uyanış olacak. Ancak, amacı insan ırkını hasta etmek olan korkunç bir virüs olarak anlatmaya devam edersek bakış açımız değişmeyecek, genişlemeyecek.

► BALTI halkı doğayı, hayvanların davranışlarını okuyarak senenin nasıl geçeceğini öngördükleri bir törene sahip. İnsan, doğayı ve insanlar dışındaki canlıların davranışlarını inceleyip anlam çıkarmayı bıraktığı için mi dünyada kırılmalar yaşanıyor dersiniz?
BALTI halkı dehlizlerin, tünellerin, karanlığın ülkesinde ilkel benliğine yakın yaşıyor. Işığa ve müziğe tutkunlar. Roman, Uroboros töreni ile başlıyor. Mağaradaki yılan, her sene yaptığı gibi kendi kuyruğunu yakalayıp çember olursa, doğanın kendisini sürdüreceği, her şeyin aynı kalacağı anlaşılacak. Ama o gün sıra dışı bir olay gerçekleşiyor. Yılan önce kuyruğunu yakalıyor, sonra da kendini tamamen yutup yok oluyor. Değişime dair bu işaretin nedenini ise çocuklar kovalıyor.

Bizler de doğanın mesajlarını okuyabilsek keşke. Dereleri betona hapsetmesek, kuş yuvalarına aldırmadan budama adı altında ağaçları birer sopaya çevirmesek, çocuklara hayvan sevgisini esaret altındaki hayvanlar aracılığıyla vermeye çalışmasak. Bu denli müdahaleci ve bencil olmasak, yaşamın güzelliğini, akışını, dengesini paylaşabiliriz.

BALTI’da doğan yeni nesil çocuklara hep aynı isim veriliyor: İD. İD’in hikayedeki anlamından öte, metindeki kullanımının altbenlikle yeraltında yaşayan insanlar arasında bir sözcük oyunu olduğunu söyleyebilir miyiz?
BALTI’da her yeni doğana aynı ismin verilmesini aynılaştırmanın, kimliksizleştirmenin simgesi olarak kullandım. Ancak sizin de fark ettiğiniz gibi, Eksik Dünya BALTI çift katmanlı bir roman. Bir çocuk okuduğunda fantastik bir maceranın; bir yetişkin okuduğunda ise altbenlik, bilinç, ego gibi kavramların peşine takılabilir. Yerüstü savaşını yürüten lider, 300 yıldır yeraltında yaşayan halkına -insanlıktan çıktıklarını düşündüğü için- bu ismi yakıştırıyor. Onlara “İnsan Değiller” diyor. Jung’a göre ise İD, ilkel yanımız, öze yakın tarafımız.

► Bu eksende tam da Kör İD’in çözdüğü gibi BALTI’yı da bilinçaltı olarak okuyabiliriz sanırım. Eksik Dünya BALTI okuruna psikoloji temelli bir okuma mı vadediyor?
Eksik Dünya BALTI, her yaştan okuruna farklı katmanlar vadeden bir roman. Fantastik yanı ise tüm yaşları eşitliyor. Kör İD, “Gerçeküstü Sanat” kitabını karıştırırken, ressamların tablolarını bilinçaltı sembollere, rüyalara dayanarak çizdiklerini öğreniyor. Sonra bilinçaltının ne olduğunu sorguluyor. Vardığı nokta oranın derin, karanlık, unutulmuş bir yer olduğu. Bunu öğrenince yaşadığı yeraltı ülkesi ile bilinçaltı arasında benzerlik kuruyor. Bilinçaltı, nasıl ki rüyalarda, sanatta gerçeküstü biçimde ortaya çıkıyorsa; BALTI çocukları da yerüstüne tırmanırken gerçeküstü bir dönüşüm geçiriyor ve özgürlüğe uçabilecek kanatlara, kötülüğe savrulabilecek pençelere kavuşuyor.

► Romanın omurgalarından biri de klişe bir deyişle bakmak ve görmek arasındaki fark. Kör İD birçok açıdan romanın ana kahramanından daha iyi görüyor diyebilir miyiz? Romanda da bunun ipucu olarak, Beethoven görünüyor bir yerde.
Bakmak için gözlerimize ihtiyacımız var ama görmek için yok. Barış, cesaret, dostluk nasıl göze görünmez ise, yalanları görmek için de göze ihtiyacımız yok, kalbimiz doğruyu biliyor.

Kör İD, yerüstüne yolculukları boyunca, grubun liderliğini üstlenen kız karaktere eşlik ediyor. BALTI’nın büyük mağaralarından biri “Işık Genel Merkezi”. Bu merkezde yerüstü ışıklarının benzerleri üretilmeye çalışılıyor: Samanyolu, dolunay, yakamoz... Duyguların ışıklarını bulmaya çalışan romantik Işık İşçileri de var. Ana karakter yani Lider kız, Ay ışığı üzerine çalışırken, bir yandan Beethoven’ın Ay Işığı Sonatı’nı dinliyor. Hiç görmedikleri bir ışığı hayal edebilmek için yerüstünde yaşamış sanatçıların eserlerine başvurabiliyorlar. Beethoven, işitme sorunlarıyla boğuşan ve hayatının son döneminde sağır olan müthiş bir besteci. Sağırken bir senfoni bile besteliyor. Bu bakımdan, BALTI’yı apaçık gören Kör İD ile aralarında benzerlik var. Dezavantaj gibi görünen durumları, ikisine de engel olmuyor.

►BALTI halkının en sevdiğim özelliği yalnızca savaşı değil, barışı da anlatmaları. Tarihsel açıdan savaşın yerine barışı konuşmaya başladığımızda değişimin geleceğine inanıyorum, yanılıyor muyum?
Tarih, kanlı savaşları ve fetihleri anlatıyor. Oysa barış da nesilden nesile aktarılmalı. BALTI’da, ilkbahar geldiğinde sular altında kalan, içeri girenin gölgesinin uzadığı “Dün Mağarası” diye bir yer var. Burada istediğiniz bir gruba katılıp anlatıcılardan geçmişin hikâyelerini dinleyebiliyorsunuz. Barışın müjde gibi geldiği güne dair hikâyeleri... “‘Savaş bitti’ dedi. ‘Çocuklarınızın elini sıkmayı bırakın. Bırakın da gökyüzünün altında, toprağın üzerinde doya doya koşsunlar’"

► Uzaktaki bir savaş yaklaştıkça, belki bir bireyin kendi içinde yaşadığı bir iç savaşa da dönüştükçe etkisi artmaya başlıyor. Yaşam, uzaktakinin etkisizliğini fakat yakındakinin yıkıcılığını mı düşündürüyor bireye?
Bazen insanın “yeter” diyebilmesi için üzerindeki yüklerin artması gerekiyor. BALTI halkı yeraltında, en dipte. Yerüstüne dair ümitlerini gömmüşler, bunu düşünmüyorlar bile. Tezat gibi görünse de, yerüstüne çıkmaya karar verdikleri an savaşın tüm Dünya’ya yayılan bir salgın olduğunu öğrendikleri an oluyor.

Çocuğa kilitli bir kutu gösterin ve içinde rastlanmamış renk ve şekillerde balonlar olduğunu söyleyin. Kutuyu ancak uygun zaman geldiğinde açabileceğinizi belirtin. Çocuk önce kutuyu açmanız için ısrar edecek ama sonra bu durumu kanıksayacak, hatta zamanla kutunun varlığını bile unutacaktır. Ancak, bir gün anahtarları sonsuza dek kaybettiğinizi, balonları asla göremeyeceğini öğrenirse iş değişir. Çocuk artık o kutuyu öyle veya böyle açmayı deneyecektir.

► BALTI alt metni çok güçlü bir roman fakat yalnızca edebi bir zevkin izleğinde de son derece keyifle okunabiliyor. Bu anlamda, mesele her ne olursa olsun, anlatım dili, üslubu ve biçimi bulunduğunda çocuklara (da) anlatılabiliyor mu?
Elbette her konuyu çocuğa, gence anlatabilirsiniz. Yaşam hiç durulmayan bir deniz gibi dalgalanıyor. Çocuğa, sadece denizin süt liman olduğu anlardan bahsederseniz öykünüz gerçekliğini kaybeder. Denizi hep olduğu o dalgalı haliyle anlatırken, dalganın ümitle, neşeyle şahlandığı yerleri işaret ederseniz çocuğu gözetmiş olursunuz. Böylece çocuğun kulağına, yaşamda fırtınalı anların var olduğunu ama her zaman bir çıkış bulabileceğini fısıldayabilirsiniz.

“…savaş bitip de aydınlığa çıktığımızda, dünya tarihi değişecekti.” Romanın sürprizini de bozmadan sormak isterim, romanın sonunda BALTI halkı da kendi tarihlerini yeniden yazabilme imkânı buluyorlar mı? Bir halk, kendi tarihini yazma şansını nasıl ve ne şekilde kaybeder?

BALTI yeraltı ülkesinde yapılan arkeolojik kazılarda, ortaya şaşırtıcı keşifler çıkıyor. BALTI halkı, bugün onlara ait olan ülkelerinde, dün kimlerin yaşadığına tanık oluyor. Bu bilincin onlara farklı bir perspektif sunacağını düşünüyorum. Bence BALTI’lılar yerüstünde barışı, hoşgörüyü, sanatı, üretimi, paylaşmayı, adaleti ve günışığını yücelten bir tarih yazacaklar.

Artık sorgulayacak cesaretleri de olduğu için, bu temel ilkelerde omurgalı durabilecekler. Omurgasız bir halkın kendi tarihini yazması mümkün mü?