Ufukta gözüken iklim krizi, emperyal jeopolitiğin yeni dünyası ve giderek bağlantıları yoğunlaşan insanlığın karşılaştığı berbat ekonomik eşitsizlik. Sol, 21. yüzyılın dramatik sorunları karşısında hayati bir rol oynamalı.

Dünya ve sol
İspanya’da önceki gün binlerce sağlık çalışanı, sağlığın özelleştirilmesini ve ağır çalışma şartlarını protesto etti. (Foto: AA)

Bu deneme 21. yüzyıl solunun bağlamını ve bugünkü konjonktürün önde gelen şu zorlu görevlerine yaratıcı çözümlerini anlama girişimidir: Ufukta gözüken iklim krizi, emperyal jeopolitiğin yeni dünyası ve giderek bağlantıları yoğunlaşan insanlığın karşılaştığı berbat ekonomik eşitsizlik.

Cambridge Üniversitesi Öğretim Üyesi İsveçli Sosyolog Göran Therborn New Left Review Dergisinin Eylül - Ekim 2022 sayısındaki “Dünya ve Sol” başlıklı ince bir kitap hacmindeki etkileyici makalesini böyle tanıtıyor. Therborn büyük bir ustalıkla, neredeyse tüm coğrafyaların özgünlüklerini ihmal etmeden, dünya soluna tarihsel bir perspektiften analitik bir bakış açısı sunuyor. Sizi Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya uzanan bir ufuk turuna davet ediyor.

Öncelikle şu noktanın altını çiziyor: Diyalektik evrim, yenilikler ve büyüme ile sağlanan ilerleme değildir. Çatışmalarla ve sistemin egemenlerinin eylemlerinin istenmeyen sonuçlarıyla, sistemik dinamiklerin çelişkilerinin ortaya çıkardığı değişimlerdir. Bu değişim genellikle yıkıcı savaşlar ve soykırımlarla gelir. Toplumsal-sistematik diyalektiğin can alıcı noktası, çelişkilerin, çatışmaların ve çekilen acıların insani maliyetlerinin gelişme eğilimidir: 20. yüzyılda bunlar yaşam standartlarında, beklenen yaşam süresinde, demokrasi, özgürlükler, toplumsal cinsiyet özgürlüğü ve sömürgecilikten kurtulma bağlamında tarihi önemde insani ilerlemeler getirdi.

Ne var ki 20. yüzyılın sonuna doğru bu diyalektik durakladı. Sanayileşmiş toplumlarda işçi sınıfı ilerlemeler sağladı, fakat sanayileşmenin ölümüyle kazanan finans sermayesi oldu. Sömürgecilik karşıtı diyalektik sınırlı ve şartlı bir özgürlük getirebildi. Neoliberal kapitalist küreselleşme 20. yüzyıl solunu dize getirdi; fakat aşırılıkları, kibirliliği ve ekonomik çöküşleriyle 21. yüzyıl yeni solunun yolunu açtı. Dahası, Çin ve diğer Batılı olmayan ülkelerin yükselişine, ABD’nin dünya egemenliğine meydan okunmasına ve böylelikle kendi ölümünün başlangıcına araç oldu.

DİYALEKTİK YÜZYIL

20. yüzyıl devrimleri Rusya’dan Küba’ya ilham, bölünme ve umut kaynağı oldu.

Bolşevik devrimi Avrupa’nın ve Amerika’nın işçi sınıfına ilham verdi. Çin’den Kafkaslar’a entelektüelleri ve halk liderlerini etkiledi. Çin devrimi Asya’nın köylülerine ve işçilerine aynı şekilde ilham aşıladı. Küba deneyimi anti emperyalist duyguları kabarttı, Latin Amerika’yı gerilla merkezine dönüştürdü.

Ancak başlangıçtan bu yana devrimler solda bölünmelere de yol açtı. Rusya devrimi, komünistlerin proletarya diktatörlüğü davası ile sosyal-demokrat geleneğin reformizmi arasında çatlak yarattı. Bu ayrım ekseni, devrim sonrası devletlerin baskıcı aygıtları ve reel sosyalizmin dış politikası ile Batı sosyal demokrasisinin Soğuk Savaş Atlantikçiliği sonucu yerleşik hale geldi.

Her şeye karşın 20. yüzyıl devrimleri bir umut fişeği olmaya devam etti. Kapitalist olmayan toplumların var olabileceğini, daha fazla özgürlük ve eşitliğin yakalanabileceğini kanıtladı.

1980’lerden sonra egemen hale gelen neoliberalizm, acımasız kapitalizmin piyasa egemenliğini tüm dünyada yaygınlaştırma ihtirasını merkezine alan özel bir formuydu. Şimdi emperyal jeopolitik piyasacı küreselleşmeye karşı zafer kazanırken, kapitalist birikimin yeni bir aşamasını oluşturuyor, neoliberalizmden daha merhametli olduğu da söylenemez.

ÜÇ TEMEL SORUN

Therborn’a göre solun 21. yüzyılın gündemine damgasını vurması için iklim krizi, jeopolitik ve sınıf mücadelesi gibi üç temel alanda doğru politikalar geliştirmesi gerekiyor.

•İklim değişikliği: Bu konuya ilişkin 4 temel perspektiften söz edilebilir. Birincisi, radikal iklim aktivistlerinin benimsediği, bunu bir uygarlık sorunu olarak gören, kapitalizmin acımasız birikim ve tüketim dinamiklerinin eleştirisi temelinde anti kapitalist tavır alan akım. İkincisi, Yeşil Yeni Anlaşma benzeri programlarla fosillerden arındırılmış Keynesyen bölüşüm politikaları üzerine kurulan reformist anlayış. Üçüncüsü, rekabetçi yeşil kapitalizm veya yeşil sanayi devrimi sloganıyla iklim krizini ulus devletlerinin rekabet gücünü artırmak için bir fırsat gören Alman ve İskandinav sosyal demokratlarının çizgisi. Dördüncüsü ise küresel finansal kapitalizmin yeni bir kâr alanını fırsata çevirme, dönüşümü özel sektör eliyle finanse ederek kamuyu geri plana çekme zihniyeti. Sol iklim hareketi bunlar ışığında, yeni bir ütopya yaratmak ve kıyamet senaryosuna odaklanmak perspektifinden sıyrılarak iklim değişikliği sorununu jeopolitik bağlama oturtmak zorunda.

•Emperyal jeopolitik: Neoliberal küreselleşme yerini emperyal jeopolitiğe bırakıyor. Çünkü ABD düzen güçleri Çin’in küreselleşme oyununu kazanma yoluna girdiğini görünce oyunun kurallarını değiştirmeye başladı. Çeşitli coğrafyalarda Batı’nın yaptırımlar yoluyla cezalandırma politikası söz konusu ülkelerin insanlarının yaşam standartlarını aşağı çekmekten başka sonuç vermedi. Solun entelektüel politik perspektifi, ayağını kendi jeokültürüne sağlam basarak, küresel ve tüm gezegeni kapsayıcı nitelikte olmalı. Bu noktada Küresel Kuzey solu ABD ile Çin ve Hindistan arasındaki önemli farkı görebilmeli. ABD hâlâ kapitalizmin kalesidir ve Hıristiyan misyoner imparatorluk olarak kendi suretinde bir dünya yaratmak özlemindedir. Ancak Çin ve Hindistan’ın böyle bir iddiası yoktur. Bir süper hegemonun bulunmadığı çoğulcu bir dünya solun hedefi olmalıdır.

•Sınıf mücadelesi: 21. yüzyılda sınıf mücadeleleri de büyük rol oynayacaktır. Çağdaş dünyanın teknoloji, tıp ve sermaye anlamında sonsuz kapasite ve kaynaklarına karşın, berbat bir yoksulluk ile saçma bir bolluk birlikte yaşanıyor. Böyle bir dünyada solda bulunmanın bir anlamı varsa, bu insanlar arasında eşitlik fikrine ve herkesin kendi kapasitesini kullanabilmesi olanağına bağlılığı kapsamalıdır. Bu sadece maddi kaynaklara indirgenemez; uzun ve sağlıklı yaşam şansını, özgürlük, tanınma ve saygı görmeyi içeren varlıksal eşitliği de kapsar.

Eşitlik mücadelesi hem kitlesel eylemlere hem de yaratıcı devlet politikaları ve kurumlara gereksinim duyar. Ufukta ne sağlam eşitlikçi politikalar ne de aşağıdan yükselen güçlü bir dalga görünüyor. Ancak bazı Güney ülkelerinde işçilerin, köylülerin, öğrencilerin, meslek kuruluşlarının, yerli halkların örgütlerinin, prekarya ve işsiz gençlerin geniş koalisyonlarına dayalı toplumsal mücadeleler canlanıyor. Bu ittifaklar 21. yüzyılın farklı toplumsal ve kültürel yapılarının ittifakına dayanıyor ve toplumsal değişimi ateşleme potansiyeli taşıyor.

Solda sosyalist bir ufkun eksikliği tarihsel vizyonun kaybındandır. Reel kapitalizme bu yüz yılda meydan okunacaktır. İnsan nüfusunun en fazla yüzde 30’una refah sağlayan, geri kalanına sömürü, çetin ve kısa bir yaşam sunan bugünkü sosyo-ekonomik düzeni neden kabullenelim? Öyleyse sol 21.yüzyılın dramatik sorunları karşısında hayati bir rol oynamalıdır. Haydi hazır olun!

Therborn’un bu kapsamlı çalışmasının en kısa zamanda çevrilerek Türkçeye kazandırılmasını, bu tartışmayı daha geniş kesimlerle derinleştirerek sürdürmeyi diliyorum.