Yerine göre ulusal, yerine göre yerel veya kooperatif mülkiyetinin geçerli olacağı farklı kolektif mülkiyet biçimlerinin bir arada bulunacağı kamucu bir modeli savunmak, asla devletçi bürokratik bir zihniyete sahip olmak anlamı taşımıyor.

Dünyada kamuculuk rüzgârları

CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke’nin AKP’ye yakınlığıyla bilinen, tüm büyük ihaleleri aralarında paylaşan 5 şirkete yönelik “Türkiye’deki bütün kaynakları rantla yemiş olan 5 şirketten bahsediyorum. Ne müzakeresi yapacağız? Müzakere falan yok‘ bunlar artık kamunundur’ diyeceğiz ve devam edeceğiz” sözleri “kamuculuk” tartışmasını yeniden alevlendirdi. Aslında pandemi sürecinde bütün dünyada kamuculuk rüzgârları esiyor. IMF gibi, kredi verirken hep kamunun ekonomideki rolünün azaltılmasını şart koşan uluslararası finansal kuruluşlar bile üretimin ve istihdamın artması için hükümetlerin devreye girmesini öneriyor. Bu yazıda sizler için bu eğilimi özetlemeye çalıştık.

ISLAH EDİLMİŞ KAPİTALİZM

İsterseniz konuya İtalyan asıllı Londra Üniversitesi öğretim üyesi Mariana Mazzucato’nun Foreign Affairs dergisinde yayımlanan son makalesiyle başlayalım. (Getting the Recovery Right, Foreign Affairs, 2 Ekim 2020) Kamunun ekonomide etkinliğinin artmasını savunan çalışmalarıyla ses getiren, genel anlamda “solda” kabul edilebilecek Mazzucato’nun “Pandemi Sonrasında Kapitalizm” makalesinin ABD’nin bu en etkili strateji dergisinde yer bulması bile, kamucu fikirlerin salgın sürecinde “ana akım” haline gelmesinin delili sayılabilir.

Mazzucato 2008 finansal krizinde hükümetlerin finansal sisteme 3 trilyon dolar enjekte ettiklerini hatırlatarak giriş yapıyor. Ancak bu desteğin sonunda mal ve hizmetlerin üretimini içeren reel ekonomiye değil finansal sektöre yaradığını vurguluyor. Aynı hataya bir kez daha düşülmemesi uyarısında bulunuyor. Kriz sonrası küresel ekonominin daha eşitsiz, daha fazla karbon yoğun hale geldiğinin altını çiziyor.

Bu kez hükümetlerin istihdamı korumak için destek paketlerini devreye sokmasının, Covid-19’a karşı tedavi ve aşı çalışmaları için Ar-Ge’ye yatırım yapmasının yerinde olduğunu, ancak yaşanan durgunlukta kamunun herkesin yararına kalıcı bir şekilde ekonomide var olması gerektiğini vurguluyor.

Big Pharma diye adlandırılan dev ilaç şirketlerinin ve Silikon Vadisi’nin Büyük Teknoloji şirketlerinin hep ABD hükümetinin yüksek-riskli teknolojilere yatırımları sonucu palazlandığını, ama sonunda karlarını maksimize etmekten başka bir dertleri bulunmadığını örnekliyor. Californiya merkezli Gilead’ın federal hükümetten 70,5 milyon dolar destek aldıktan sonra geliştirdiği remdesivir ilacını 3 bin 120 dolara pazarlamaya kalkmasını örnek veriyor. Google meşhur arama motoru algoritmasında, Uber’in platformunu temellendirdiği GPS teknolojisinde, Pentagon’ca desteklenen internette, Siri uygulamasında hep benzer bir öykünün yattığına dikkat çekiyor.

Uzun süredir özel sektörün yenilikçiliğin ve değer yaratımının ana motorunu oluşturduğu ve sonuçta elde edilen karları hak ettiği algısının egemen olduğunu, artık kamu ve özel sektör kurumlarının simbiyotik bir ortaklığa girmeleri “ödül ve cezayı“ paylaşmaları vaktinin geldiğini söylüyor. Hükümetlerin riskleri toplumsallaştırması, buna karşın kârların özelleştirilmesine artık bir son vermenin zamanının geldiğini ifade ediyor.

Mazzucato son tahlilde ıslah edilmesi gereken bir kapitalizmden yana çıkan, düzeni değiştirme ufku bulunmayan bir araştırmacı. Değerlendirmelerini bu sınırlar içerisinde ele almak doğru olur.

IMF BİLE KAMUCU KESİLDİ

IMF de Mali İzleme Raporu’nun önden yayımlanan İyileşme İçin Kamusal Yatırım başlıklı, 2. bölümünde (Public Investment For the Recovery, Fisal Monitor October 2020) Covid-19’un neden olduğu belirsizlik ve güvensizlik ortamında üye ülkelerin hükümetlerine kamu yatırımlarını artırarak, milyonlarca yeni iş yaratma ve ekonomik iyileşme umutlarını canlandırma çağrısında bulundu.

Söz konusu raporda kamu borçlarının artışının düşük borçlanma maliyetlerinin geçerli olduğu ortamda fazla kaygı yaratmaması gerektiği söylenerek özellikle altyapı yatırımlarına ve altyapı bakım çalışmalarına yapılacak harcamalardan sakınılmaması gereği vurgulanıyor.

IMF kamu yatırımlarının GSYH’nin yüzde 1 kadar artırılmasının, iki yıl içerisinde GSYH’yı yüzde 2 civarında yukarı çekmesini bekliyor. Bu AB’de 2 ila 3 milyon, ABD’de 2 milyon, başka yerlerde benzer ölçüde istihdam kazanımı demek. Altyapı bakım çalışmaları hem Batı dünyasında ihmal edilmiş köprü, yol, liman gibi altyapı tesislerinin onarılması, hem de emek yoğun istihdam yaratıcı bir faaliyet olması nedeniyle özellikle öneriliyor.

Geleneksel altyapı için harcanan her 1 milyon doların 8 yeni iş; Ar-Ge, yeşil enerji ve etkin binalar için yapılacak aynı tutarda harcamanın 14 yeni iş yaratması öngörülüyor.

Orta gelirli ülkelerde Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne ulaşmak için, yollar, elektrik, su ve hijyen-sanitasyon çalışmaları için GSYH’nin yüzde 2,7’si, yoksul ülkelerde yüzde 9,8’i ek kamu yatırımı yapılması gerekiyor. Bunun için de IMF söylemese de, gereksinim duyulan fonlar için haliyle borçlandırma değil bu ülkelere yardım ve hibe zorunlu hale geliyor.

Mali çarpanın, yani yapılacak bir birim kamu yatırım harcamasının yaratacağı büyümenin 1’den büyük olması olasılığı yüksek. Bu performans haliyle yatırımların israf ve yolsuzluk olmadan etkin bir biçimde gerçekleştirilmesiyle ilintili. Dış ticarete fazla açık olmadığı için ithalat sızıntısı düşük ve sabit kur rejimine sahip ülkelerde çarpan daha yüksek çıkıyor. Kamu yatırımlarının kısa vadede ekonomiye olumlu etkisinin kamu tüketiminin, transfer harcamalarının artırılmasından ve vergilerin indirilmesinden daha fazla olacağı sonucuna varılıyor.

Raporun sonunda Covid-19 pandemisinin kontrol altına alınabilmesi için sağlık, eğitim, dijital altyapı, emniyetli binalar ve taşımacılık sektörlerinde acil kamu yatırımı gereksinimi bulunduğunun altı çiziliyor.

OECD DE KAMUCULUĞU NORMAL KARŞILIYOR

Türkiye’nin de üyesi olduğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü de (OECD), yayımladığı bir çalışmada (The Covid-19 crisis and state ownership in the economy June 2020) Covid-19 krizi sırasında kamu mülkiyetinin yaygınlaşmasının normal karşılanması gerektiğini söylüyor.

Özellikle turizm ve hizmetler, inşaat, motorlu taşıtlar, havayolu taşımacılığı sektörlerinin salgından özellikle etkilendiği hatırlatılıyor. Ekonominin çökmesinin önlenmesi ve iyileşmeye destek anlamında, vergi indirimleri, ücret destekleri, hibeler, borç garantilerinin yanı sıra sıkıntıdaki şirketlerin kamu mülkiyetine geçirilmesi, borçlarının öz sermayeyle takas edilmesi, sermaye konularak mali yapısının güçlendirilmesi gibi uygulamaların yaygınlaşabileceğine dikkat çekiliyor.

Kamu iktisadi teşebbüslerinin yolsuzlukların üstesinden gelinmesi halinde özel sektör firmalarından daha düşük performans sergilemediği bulgusu paylaşıldıktan sonra, yaşamın normale dönmesiyle birlikte çıkış, yani işletmeleri yeniden özelleştirme stratejileri üzerinde yol haritası çiziliyor. Ancak OECD’nin kökleşmiş ideolojik saplantılarının ötesinde, neden kamu işletmeciliğinin kalıcı hale getirilemeyeceği sorusuna bir cevap getirilmiyor.

KATILIMCI MODEL

Hep vurguladığımız gibi, yerine göre ulusal, yerine göre yerel veya kooperatif mülkiyetinin geçerli olacağı farklı kolektif mülkiyet biçimlerinin bir arada bulunacağı kamucu bir modeli savunmak, asla devletçi bürokratik bir zihniyete sahip olmak anlamı taşımıyor. Eşitlikçi ve dayanışmacı bir kamuculuk anlayışı, bürokratik bir mantığa dayanmıyor. Tam aksine emekçileri işletmenin yönetim ve denetimde söz sahibi kılacak bir yaklaşımı; yöre halkını, o hizmetten yararlanan yurttaşlar ve konunun uzmanları ile birlikte karar süreçlerinde etkin kılacak katılımcı bir sistemi temsil ediyor.

Tabii ki betimlemeye çalıştığımız bu kamucu model ancak halkçı, yüzünü sola dönmüş bir iktidarla olanaklıdır. Yoksa AKP rejiminde ister ihaleyi yandaş müteahhitlere vermişsin, ister tarikat ve cemaatlerin rant paylaşım alanı haline gelmiş sözde kamusal bir işletmeye yatırım yapmışsın, sonuç ne yazık ki fazla değişmez.