Sanki, İskandinav tipi sosyal demokrasi timsali Türkiye’de 7 Haziran’da yine “mutat” özgür adil seçimler yapılmıştı.

Sanki, harcama sınırını 10 euro aşan, Bakan’ın bir günde kamuoyundan binbir özür dileyerek istifa ettiği “kamu hukuku beşiği” bizim ülkemizdi.

Sanki, batan feribotta, patlayan maden ocağında ölen vatandaş çığlığını “geceleri seslerini duyuyorum” diye etik, insani ve politik sorumluluk gereği görevini bırakan Başbakan’ın ülkesiydi.
Daha seçimden iki gün önce 5 vatandaşı Diyarbakır katliamında öldürülmüş, yurdun her köşesinden diriltilen linç ve infaz ruhunu “sineye çekmiş”, seçim kampanyasında örtülü ödenek patlatan, görünmekten artık görünmez olmuş, duyulmaktan artık duyulmaz olmuş despot rejimin ceberut gölgesi altında oy kullanmıştık.

Şimdi 7 Haziran sonrasında “Yeni Türkiye” kan takviminin her bir günü kaba devlet gücünün katlettiği çocuk, genç ve lümpen kapitalizmin “insani atık” diye yığdığı ölü işçileri işaret etmiyor gibi, ne olmuştu da hafıza şalteri tak diye indiriliyordu.

Ve Anayasal devlet vasfı yok edilmiş, güçler ayrılığı bitmiş, demokratik kurumları yozlaşmış, “kişiselleşmiş otoriter rejim” anında “geçici” kuzu postuna bürününce “büyük koalisyon” konuşuluyordu.

İmgesi bile kendisinden bıkmış Deniz Baykal, boğazını temizleye temizleye karşımıza geçip “çekilecek koalisyon filminde” muktedire baş rol, kendisine de yan karakter kastı hediye ediyordu.
Güneydoğu’da IŞİD destekli kontrgerilla aygıtı harekete geçip, faşizan rejim medyası “sandık darbesini” milli “ırgat” ve kahraman esnafa yıkarken, ülke adeta bilge “akil çifti” bulmuş ve buluşturmuştu.

Sermayenin arzusu, piyasaların kanı canı, yabancı yatırımcının ağzının sulanmasına “odaklı” Türkiye’de neoliberalizmin “haz-gurusu” ana medya, “CHP-AKP” koalisyonunu “Ayy! Yine demokrasi kazanır” sığlığıyla körüklüyordu.

Neymiş, küresel neoliberal teknokrat Kemal Derviş yeni reform “siparişi” koltuğunda haber bekliyormuş,Türkiye’nin finanslaşan ekonomisini “restore” etmek için.

Neden mi? Millete Sünni İslamcı hamaset nutku atarken, arka plana kurdukları “kara-para örgütü” kapitalist devleti bile çökertirken, ilkel “dürtülere” teslim fiili rejimin verdiği “hasar” onarılacakmış...
Hiçbir ahlaki sorumluk almayan, insansızlaşmış, insanı maliyet, olarak hesaplayan piyasayı doğa yasası addeden bu reel politik “siyasi akıl”, takır takır çalışmaya başlamıştı.

Ama bu esnada iç bulandırıcı koalisyon pazarlığı uzadıkça, hukukla angajmanı tamamen kopmuş, yani devlet tanımından çıkmış Türkiye’nin geldiği “olağanüstü ihlaller” tarihini kavrayamayan müesses muhalefetimiz Saray’ın iktidar oyun alanı olmaya razı geliyordu.

Toplumsal birlik duygusu, “vatan haini/suçlu ve milli irade” diye parçalanmış, Cihatçı örgüt hamisi ve silah tedarikçisi, iç savaş prova setine dönen Türkiye’nin muktedirine yeniden sahneye alma ve gerçekten “kaos” çıkartma fırsatı veriyordu.

Ve katiyen anayasal alana çekilmeyecek “muktedir”, koalisyonun tek muhatabı kendisini ilan ederken sanki hatalı bir seçimi onarmak üzere “tekrar seçim” ifadesini gündeme sokuyordu.

Ve; siz eğer muhalefet partileri olarak “İyi ki doğdun Berkin!” pankartı açan çocuklara 8 yıl ağır hapis isteyen, 13 yaşındaki çocuğu protestoya katıldı diye yargılamaya kalkan, ölü çocukları lanetleyen, okullardan öğrenci gözaltına alan, işçilik yaşını 13’e, çocuk evliliğini 6 yaşa düşüren bu yargı kaçkını, bölgede ve ülkesinde milyonlarca çocuğun dünyasını, yurdunu çalmış, ruhunu sakatlamış “fiili rejimle” etik sorumluluğunuzu bir yana savuşturup ortaklığa kalkışarsanız...

Bu derin kan çanağına soktuğunuz ellerinizi, dünyanın bütün denizleri bile temizleyemezdi...
Yoksa o öldürülen savunmasız, korunmasız çocukların cesaretinin gıdımı bile yok mu sizlerde.