Songül Öztürk ilk öykü kitabında işsizlik, parasızlık, yoksulluk, yalnızlık, iletişimsizlik, ötekileştirme, kadın rollerinin tanımlanması, toplumsal kayıtsızlık, tabiatın tahribi gibi konuları farklı bir üslup yaratarak ele almış.

Dünyanın derdi benim de derdim
Songül Öztürk

Esme ARAS

Öykü yazarı Songül Öztürk’ün 23 öyküsünü topladığı ilk kitabı ‘Başınızdan Geçenler Uyutmayınca Gecelerimi’ Klaros Yayınları tarafından Kasım 2020’de raflardaki yerini aldı.

Yazar, bazısını köşe yazısı ve gazete haberinden yola çıkarak kurguladığı öykülerinde işsizlik, parasızlık, yoksulluk, yalnızlık, iletişimsizlik, ötekileştirme, kadın rollerinin tanımlanması, toplumsal kayıtsızlık, tabiatın tahribi gibi konuları farklı bir üslup yaratarak ele almış. ‘Edebiyat kanonunun dışında ve ayrıksı’ duran, başkalarının başına gelenleri mesele ettiği öyküleriyle kurgunun gerçeğini sağlamlaştırmak için söz oyunlarına başvurmuş. Songül Öztürk ile yazım sürecini ve öykü kitabını konuştuk.

‘Başınızdan Geçenler Uyutmayınca Gecelerimi’ sayesinde öykülerinizi matbu halde okuduk. İlk kitaba giden okuma ve yazma tecrübenizin uzun bir zamana yayıldığını sanıyorum. Kendinizden ve yazın yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

Ankara doğumluyum. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde lisansımı, Kentsel Politika Planlama Programı’nda yüksek lisansımı tamamladım. 25 yıldır çeşitli bakanlıklarda hizmet veriyorum. Obur bir okur olduğumdan, emekliliğimde hayalim kitaplarla dolu bir çayevi işletmekti. İyi okur olmak için katıldığım yazarlık semineriyle yazabildiğimi keşfettim ve büyüsüne kapıldım. Çeşitli edebiyat dergileri ile internet medyalarında öykülerim ve inceleme yazılarım yayımlandı.

İlk kitap yayımlatma aşamasına gelene dek karşılaştığınız güçlükler oldu mu, olduysa üstesinden nasıl geldiniz? Bu noktada Klaros Yayınları ile yolunuz nasıl kesişti?

Bu süreci bir güçlükler manzumesi, diye görmedim sanırım. Yazabilmek yeterince büyüleyici, öykülerim kendilerini uyku ve uyanıklık arasında yazdırdı, yayımlatabilmek ise büyübozum. Bu süreci başlatan, beni yüreklendiren hocam şair A. Galip oldu. İnceleme yazılarım daha kolay yayımlandı. Öykülerim ise edebiyat kanonunun dışında ayrıksıydılar, tez canlı bana sabretmeyi öğrettiler. Yayımlanmayacağına dair cevap dahi alamadığım çok oldu. Bu dünyanın dilini yine konuşamadım dediğim zamanlardı. Birkaç bilinen yayınevine öykü dosyamı ilettim, uzun bekleyişlerden sonra büyünün bozulmayacağına kani olmuştum ki A. Galip, genelde şiir kitapları yayımlayan Klaros Yayınları’na yönlendirdi beni.

BAŞINIZDAN GEÇENLER UYUTMAYINCA GECELERİMİ Songül Öztürk Klaros Yayınları, 2020BAŞINIZDAN GEÇENLER UYUTMAYINCA GECELERİMİ Songül Öztürk Klaros Yayınları, 2020

Biçem olarak deneysel öyküleri içeren kitabınızın adından söz edelim istiyorum. Diğerkâm duygu ve düşüncelere pencere aralayan, tüm öyküleri kucaklayan kitap adının arkasında yatan ana fikir ya da buluş nereden doğdu?

Dünyanın derdi benim de derdim oldu hep. Bir özgeçmişin ağzından aktarılan ‘İlgili Kişiye’ adlı öykümün konusunu bir köşe yazısından esinlenmiştim. Açlıktan amfide düşüp bayılan bir üniversite öğrencisi uyutmamıştı gecelerimi. Yazarların çoğunlukla aynı gençlik fotoğraflarını kullandıklarının ayırdına vardığımda ‘Yarın’ adlı öyküm doğdu. 17-25 Aralık iddiaları çok başka bir yerden kelimelere döküldü, anladım ki geç kalınmıştı Bay Ahlak’ın takdimine. Planlanmasından sorumlu olduğum bir milli parkın statü değişikliği gündeme geldiğinde çok direnç göstermiş, selam durduğumuz suyun katline giden süreci anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmıştım, gözyaşlarım arasında.

Farklı uzunluk, tema ve biçemde kaleme aldığınız öykülerinizde bir uyum, bütünlük sağlamak üzere başvurduğunuz aliterasyon (ses ve hece yinelemeleri) en dikkat çeken söz sanatlarından biri. Bazı öykülerde mitolojik figürler karşımıza çıkarken, kimisinde bir tiyatro sahnesinde hatta bir tragedyanın ortasında buluyoruz kendimizi. Sizi çok yönlü bir eser yazmaya iten sebepler nelerdir?

Yaklaşık on yıla yayılan bir zaman diliminde yazdığım öykülerimi biçimlendirenler sanırım felsefe, psikoloji, tarih, siyaset gibi farklı alanlarda yaptığım okumalarım yanı sıra yaşadıklarım, şahitliklerim, üstünü örttüklerim, gözümü kapattıklarım oldu. ‘Yarım’ adlı öykümü düz yazı olarak anlaşılabilir kılamamıştım, senaryo yazım tekniği imdadıma yetişti. Tutarlı ancak çok hızlı konuşma anlamına gelen ‘Lögore’ adlı öykümde mani dönemindeki bir hasta ile psikiyatristinin çağrışımlar üzerinden ilerleyen terapi seansını öykü kahramanının konuşmalarında noktalama işaretlerine yer vermeyerek aktarabildim, gibi gibi.

Dünyayı bir kadın olarak deneyimliyorsunuz. Kitabınızdaki öyküler de kadın olma hâllerinin pek çoğuna işaret ediyor. Erkekler tarafından önyargılara maruz bırakılan kadının dar bir alana hapsedilmeye çalışılması konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu noktadaki toplumsal kayıtsızlığa itiraz olarak yazmak, değişme zorunluluğuna kelimelerle katkıda bulunmak sizde nasıl duygular uyandırıyor?

Kadının sadece erkekler tarafından dar alana hapsedildiğini reddediyorum. Annelerimiz, karındaşlarımız, hemcinslerimiz de kadını hapsinde tutmaya çabalıyor, temel neden erkek olsa da. Toplumsal kayıtsızlık sadece kadına yönelik değil, her şeye karşı bir kayıtsızlık var. Hastane acilinde şahit olduğum bir olay üzerine kaleme aldığım ‘Kadın Biliyordu’ adlı öykümde bir kadın, ölmüş bir kadını gözünü kırpmadan “orospu” diye damgalayabildi. Değişmek yazıldığı kadar kolay olmuyor, ancak yazma cesaretimle, yayımlatabilme azmimle değişime katkıda bulunabilmişsem kendimi bahtiyar sayarım.

Kitabın son sayfasına geldiğimizde sonsöz niyetine “söz biter mi?” demişsiniz. Peki, sırada ne var; “bilinçdışınızdaki bilgenin sesini kısanlara ve duyuranlara” gelecekte yine gerçeğin ve kurmacanın vücut bulduğu öykü türüyle mi sesleneceksiniz?

Hayalimizde işlediğimiz cinayetleri konu alan bir roman yazabilirim. Âşık olduğu narsistik adamın dört kelimelik hakaretine hapsolan sonra o kelimeleri de unutan bir kadına dair bir novella neden olmasın. Çevirmen Osman Fırat Baş’la ortak bir öykü kitabı yayımlamayı konuşuyoruz. Söz de hayal de bitmez.