Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda Glasgow’da düzenlenen 26. Taraflar Konferansı (COP26), ülkeleri küresel ısınmayı 1,5 °C’nin altında tutma çabalarını koordine etmek için bir araya getirmişti. İklim muhalefeti için önemli bir gündem olarak tartışılmıştı ve beklentiler de oldukça yüksekti. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf ülkelerin, iklim konusunda adımlarının takip edilip denetlenmesi ve bu çerçevede taahhütleri içeren bir hukuk oluşturulması amacıyla her yıl düzenlenen konferansların 27.si (COP27), Kasım ayında Mısır’da gerçekleşecek.

Konferans, ormansızlaşmanın, azalan bio-çeşitliliğin, türlerin yok olmasının, aşırı yağışların ve kıtlığın vurduğu kır emekçileri, çiftçiler, köylüler, göçmenler, toplumun görünmez kılınan açlık ve yetersiz beslenmeyle boğuşan yoksul kesimleri için, iklim muhalefeti için önemli bir gündem olmayı korurken bu kez beklentilerin COP26’ya göre düşük olduğu gözlemlenebilir. Zira 142 yılın en sıcak yılını geçirdiğimiz 2021’de yapılan COP26’da çözüm aciliyeti tüm belirtileriyle dünyayı sarmışken, çözüme yönelik anlamlı bir adım atılmamıştı. Öyle ki konferans katılımcısı liderler iklim eyleminin aciliyetini kabul ederken fosil yakıt endüstrisinin çıkarlarını korumaktan da geri durmamışlardı. Bu da krizin derinleşmesine göz yumulan konferansın iktisadi ve siyasi statükoyu korumanın aracı olarak yaftalanmasını beraberinde getirmişti.

***

COP27 ise daha başlamadan kirletici endüstrileri aklama arenası olacağını gösterdi. Bu yılki konferansın Coca Cola sponsorluğunda gerçekleşecek olması önceki senelerden farklı bir sonuç çıkma ihtimali olmadığını peşinen kanıtladı. Her yıl üretilen 3 milyon ton üzeri plastik ambalajla dünyanın en büyük kirleticisi Coca-Cola’nın sponsorluğu, çevreci bir küresel ağ olan Adbusters tarafından isabetli bir şekilde “şirketin eko kırım mirasını aklama girişimi” olarak “zaten etkisiz olan bu konferansın tabutuna çakılan son çivi” biçiminde niteleniyor.

Gerçekten de insanların aklıyla alay eden bu durum NASA iklim bilimcisi Peter Kalmus’un konuyla ilgili isyanını hepimizin kılıyor: “Hepimiz için hayat veren bu dünyayı yok eden tüm zengin şirket hortlaklarına ve onların parazitlerine lanet olsun”. Cop27’ye yönelik eleştirilerin bir diğer önemli ayağını da konferansın Mısır’da gerçekleştirilecek olması oluşturuyor. Bu konuyu irdeleyen bir metin kaleme alan Naomi Klein, Mısır seçiminin, kirletici bir devleti aklamanın ötesinden bir polis devletini aklama girişimi olarak niteliyor. Klein böylece iklim adaleti, demokrasi ve insan hakları ilişkisinin önemini de hatırlatıyor.

***

Bu çerçevede bir hesap sorma arenasına dönüşen COP27’de toplumsal muhalefetin iklim konusuyla ilgili olarak öne çıkan talebi ise emisyonlara en az katkısı olup krizin toplumsal ve iktisadi sonuçlarından en çok etkilenen Küresel Güney’in Dünya Bankası ve IMF’ye olan borçlarının silinmesi. Borçlar, Küresel Güney’in iklim eylemi için harekete geçmesini engelleyen en önemli sorunlardan biri olarak ele alınıyor çünkü borç, borçlu ülkeleri çokuluslu şirketlerin insafına bırakıyor. Dahası “finansal sömürgecilikle mücadele etmek için” kurulan Küresel Güney odaklı bir girişim olan Debt for Climate, borçları ülkeleri daha fazla doğal kaynak çıkarmaya zorlayan bir araç olarak niteliyor.

Diğer yandan gidişatı tersine çevirmenin yöntemi de önemli bir alternatif tartışma gündemi olarak sürüyor. Ana akım savunuculuk ve kampanya biçimi haline geldikçe sulanan iklim adaleti hareketinin yeni bir yaklaşıma ihtiyacı olduğu tespiti önemini koruyor. Sistemi dönüştürmeye yönelen bir mücadele için krizin tarihsel ve güncel sorumluları olan seçkinlerle yüzleşmeye ve adaletsizliklerin etkileri üzerinde durmaya yönelik çağrılar da artıyor.