2005 yılında yapılan bir ankette, çok sayıda ülkenin vatandaşına “İnsanlar, geçmişte yaşamış diğer hayvanlardan gelmektedir” ifadesine katılıp katılmadıkları sorulduğunda, 2 ülke en dipte buluşmuştu: yüzde 25 kabul ile Türkiye sonuncu, sadece yüzde 40 kabul ile ABD sondan ikinci. Avrupa’da ise genel bir kabul hâkimdi.

Dünyanın her köşesinde evrime olan  kabul artıyor

Halk arasında evrimin en az kabul edildiği ülkeler sorulduğunda, akla 2 ülke gelir: Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri. Ne yazık ki cehalet ortağımız, bizi bu yarışta geride bırakıyor gibi gözüküyor: Yeni yapılan bir araştırmaya göre, Amerikan tarihinde ilk defa toplumun yarısından fazlası, insanın hayvanlardan evrimleştiği gerçeğini kabul ediyor. Daha önceden, 2005 yılında yapılan bir ankette, çok sayıda ülkenin vatandaşına “İnsanlar, geçmişte yaşamış diğer hayvanlardan gelmektedir” ifadesine katılıp katılmadıkları sorulduğunda, 2 ülke en dipte buluşmuştu: Sadece yüzde 25 kabul ile Türkiye sonuncu, sadece yüzde 40 kabul ile ABD sondan ikinci… Buna karşılık İzlanda’nın yüzde 82’si, Danimarka’nın yüzde 81’i, İsveç ve Fransa’nın yüzde 80’i, Japonya’nın yüzde 79’u, Birleşik Krallık ve İspanya’nın yüzde 78’i, Almanya’nın yüzde 75’i ve İtalya, İrlanda, Polonya, Hırvatistan ve Yunanistan gibi diğer birçok ülkenin yarısından fazlası, bu yalın ve tartışmasız bilimsel gerçeği kabul etmekteydi.

Bilimin kalesi olarak görülen ABD’nin bilim cemiyeti ile halkı arasındaki bu devasa uçurum daha da belirgin bir şekilde göze çarpmaktaydı; çünkü tekrar tekrar yapılan anketler, biyologların yüzde 99,9’undan fazlasının, biyolojiyle ilişkili bilim dallarındaki akademisyenlerin yüzde 99’undan fazlasının, temel bilimlerdeki uzmanların yüzde 95’inden fazlasının, genel bilim cemiyetininse yüzde 90’ından fazlasının evrimi yalın bir gerçek olarak kabul ettiğini göstermektedir.

Bir aydınlanma süreci

Ne var ki bu utanç verici anket sonuçlarında bizimle en dipte buluşan ABD halkı, aradan geçen 15 yılda ciddi bir aydınlanma sürecinden geçmiş gözüküyor: 2016 yılında yapılan bir ankette ilk defa toplumun yüzde 50’sinden fazlasının insanların hayvanlardan evrimleştiği gerçeğini kabul ettiği görüldü ve o günden beri yapılan tüm anketlerde de istikrarlı bir şekilde bu gidişatın korunduğu görüldü. Son birkaç yılda bir miktar düşüş yaşanmış olsa da 2020’ye kadar olan ve Public Understanding of Science dergisinde incelemeye alınan anketler çerçevesinde, bu yüzde 50’den büyük oranın halen devam ettiği görülüyor.

Çalışmada, evrimin kabulünü arttıran ve azaltan faktörler incelendi. Belki de pek şaşırtıcı olmayan bir şekilde, sırasıyla; bilim okuryazarlığı, üniversite seviyesinde bilim dersi almak, genel eğitim düzeyi, ideolojik partizanlık (Demokratlarda daha yüksek); bilim, teknoloji, tıp, uzay ve iklim problemlerine ilgi duymak ve bilimsel bilgi alma faaliyeti göstermek, evrimin kabulünü en çok arttıran faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Evrimin kabulünü azaltan faktörler arasındaysa sırasıyla köktendincilik (“fundamentalism”), yaş, evde küçük çocuğa sahip olma ve cinsiyet (kadınlarda kabul oranı daha düşük) gözüküyor. Burada, köktendinciliğin evrim karşıtlığını körüklemesi şaşırtıcı olmasa da tüm saldırganlıklarına rağmen bilim karşıtlığı empoze edilmiş kitlelere de ulaşmanın önemi bir kez daha görülüyor. Çünkü ABD’nin evrim karşıtlığı konusundaki cehalet bataklığından çıkmasındaki en büyük itici faktörlerden biri, köktendinciler arasında evrimin kabulünün artışı oldu: Sadece 10 yıl içinde köktendinciler arasında evrimin (insanların hayvanlardan geldiği gerçeğinin) kabulü, yüzde 8’den yüzde 32’ye fırlayarak, büyük bir dönüşüm geçirdi. Bunda, ABD mahkemelerinin ve bilirkişilerin tekrar tekrar evrimin bir bilim olduğu, evrim karşıtlığınınsa sahtebilim olduğu sonucuna varmasının ve son dönemde evrimi dini inanışlara entegre etme çabalarının (“reformizmin”) etkisi olduğu söylenebilir. Yani değişimin sadece dıştan değil, içten de gelmesi gerekiyor diyebiliriz. Bana kalırsa bu araştırmadaki en çarpıcı sonuçlardan bir diğeri, evrimin kabulünü artıran faktörlerde ilk sırayı üniversite eğitiminin değil de bilim okuryazarlığının almış olması. Bu durum, bir ülkedeki popüler bilim ve bilim iletişimi kültürünün yerleşik olmasının önemini bir kez daha gösteriyor. Eğer Türkiye’de bilimsel bir aydınlanma istiyorsak, bunu sadece okul eğitimiyle başaramayız. Bilim okuryazarlığını yükseltmek ve bilim iletişimcilerine güç vermek zorundayız.

Ne diyelim… Darısı başımıza.