Dünyanın sonuna sessiz yolculuk

Anıl Örün

Nevil Shute, 1957 yılında Kumsalda romanının yayımlandığı vakte kadar İrlanda içerisinde iç karışıklık dönemlerine tanık olmuş ve akabinde iki dünya savaşını görmüş ve bir erkek kardeşini de kaybetmiştir. Uçak mühendisliği eğitimi sebebiyle teknik konulara hâkim olan Shute’un savaşlar sonrasında öngördüğü gelecek senaryolarından hoşlanmadığı aşikâr. Bilimin keşfetme ve ilerleme ruhunun insanlığın başına felaketler açabileceğine dair endişeleri sebebiyle bu yönden ortaya sarsıcı bir edebi metin çıkarmıştır. 1959 yılında ise roman, Yönetmen Stanley Kramer tarafından sinemaya uyarlanır. Ava Gardner, Gregory Peck, Fred Astair ve Anthony Perkins gibi yıldızlar oynar, kitap gibi sinemaya uyarlanışı da büyük yankı uyandırır, insanların dikkatini fazlasıyla çeker.

1960 yılından itibaren, Aydın, Güven ve Beyaz Balina yayınları kitabı dilimize çevirmiştir. En son İthaki Yayınları’nın Bilimkurgu Klasiklerinin 44. kitabı olarak basılan metin Gizem Dinç tarafından çevrilmiştir.

DÜNYANIN SONU TEMASI

Post Apokaliptik türler içerisinde dünyanın sonu temasının kaynağı insanlığın en eski korkularından, tanrının cezalandırılması veyahut önüne geçilemeyen bir son olarak dile gelmiştir. Dünya savaşlarının sonunda, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarI sonucunda bu yok oluş fikri yadsınamaz şekilde insanlığa şunu hatırlatmıştır; savaşın anlamsızlığı konusunda herkes ortak bir düşünceye sahip olabilecekken olası bir kaotik süreç sırasında birkaç siyasi öznenin kendi inisiyatifi ile dinamo taşlarını devirir gibi bir nükleer felaketin başlayabileceği.

Kumsalda’da da insanlığı tamamen etkileyecek ve artık tarihin tozlu sayfalarında bile yer almasının anlamı kalmamasına yol açacak bir nükleer felaketin panoramasını tüm gerçekliği ile hissederiz.

Roman, neden başladığı veyahut kimin başlattığı anlaşılana kadar Kuzey yarımküreyi tamamen bir radyoaktif çöplüğe çeviren savaş sonrasında Avustralya’ya giden Amerikan denizaltısı ile başlar, Avustralya kıtası dünyada artık insanlığın hâlâ yirmi dörtlük saatler içerisinde vakit geçirebildiği tek yerdir. Bunun bir zamana kadar devam edeceği, bulutlar vasıtası ile buranın da kuzeyden farklı olmayacağına dair ortak bir görüş hâkimdir. Bu süreç içerisinde Kuzey yarım küreden gelen bir sinyal neticesinde umutlar yeşerir ve bunun sonucunda mevcut ABD donanmasında tek başına kalan Scorpion gemisi Avustralya ordusu mensubu askerler ile ortak bir göreve çıkar.

SESSİZLİĞİN GÜCÜ

ABD ve Avustralya ordusundaki askerler ve aileleri sayesinde, bilim insanları ve Avustralya yurttaşlarının gündelik hayatlarını nasıl geçirdiklerine tanık oluruz. Kaçınılmaz olan kıyamet karşısında insanların önceliklerinin çeşitliliği ve hareketlerindeki keyfiliğini okurken çoğu distopyadan farklı bir yola girildiğini hissederiz: Diğer apokaliptik eserlerin aksine Kumsalda’da kaos ve anarşi pek yoktur. Hatta bariz bir sükûnet hâkimdir. Bu sessizlik birçok okura banal gelebilir. Lakin kolektif bir tepkiden ziyade insanlığın son temsilcisi öznelerin kendi iç dünyasında yaşadığı hesaplaşmalara kulak misafiri olmak başka bir düşünsel alan açılmasını sağlar. Shute, okuru böylesi bir durumda nasıl tepkiler verebileceğini düşünmeye davet eder gibidir.

2021 yılında bir yandan pandemi ortasında iken bile aktif savaşların devam ettiğini ve daha yıkıcı kitlesel savaşlar doğurabileceğini görürken bir yandan da iklim krizi ile beraber değişen dünyaya tutunmak zorundayız. Fakat bu yazgıyı değiştirmek yerine, Voltaire’den ilhamla söylemek gerekirse, her sene parlak fikirler tasarlayıp yüzyıllardır budalalık ediyoruz. Roman içerisindeki: “Belki de bizler böyle bir dünyaya layık olmayacak kadar aptal insanlardık" cümlesine katılmamak elde değil. Dünyanın sonu mu geliyor dediğimiz vakit ise Shute bize daha güzel bir cevap veriyor: “Dünyanın sonu değil ki bu” dedi. “Yalnızca bizim sonumuz. Dünya eskiden nasılsa yine öyle devam edecek. Tek farkla, artık biz olmayacağız. Hatta bizsiz gayet de iyi idare eder deme cüretini bile gösterebilirim.”