Sovyet bilim-kurgu edebiyatının devleri Strugatsky Kardeşler’in Zor Şey Tanrı Olmak (Trudno byt bogom) adlı romanı 1964’te yayımlandı. Romanın konusu, insanlığın nihayet sosyalizmin hedeflerine ulaştığı, barış ve eşitliğin hâkim olduğu bir gelecekte geçer: Bilim insanları, Dünya’nın bin yıl önceki halini yaşayan bir gezegen keşfetmiştir. Feodalizmin en iğrenç versiyonlarından birinin hüküm sürdüğü, bilimle ilgili her şeyin ‘kâfirlik’ sayıldığı, feci bir ortaçağ.

Gezegene gönderilen bilim insanları kılık değiştirerek topluma karışmakta, en alttakilerden sarayda yaşayanlara kadar tüm toplumsal kesimler hakkında gözlem yapmaktadır. Bir süre sonra aralarında düşünsel bir çatışma başlar. Bazıları bu gezegeni tarihçi ve sosyolog olarak gözlemlemeleri gerektiğini söylerken, diğerleri onu değiştirmek, hiç olmazsa değişim sürecini hızlandırmak gerektiğini savunmaktadır. Örneğin bir silah ustasına bazı tarifler vererek bir baskı makinesi yaptırırlar. Böylece matbaa doğacak, bilgi paylaşımı artacaktır. Bir başka örnekte, araştırmayı seven bir hekimin mercek camı bulmasına ve teleskop yapmasına aracı olurlar. Ama bu tekil örnekler, ‘tanrı-kral’ ve maiyetinin yönlendirdiği cahil kitle tarafından cezalandırılır.

Romanın ve bu romandan uyarlanan filmlerin (1989 ve 2013) aslında 11. Tez (”Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, sorun onu değiştirmektir.” Marx) üzerine felsefi bir tartışma olarak da nitelenebileceği anlatıda tartışma alevlenir, devrimci bilim insanları gözlemcilerin itirazlarına rağmen toplumsal değişim için, iyiliği hızlandıramıyorlarsa da hiç değilse kötülüğü yavaşlatmak için eyleme geçer.

Romanı okuyup filmlerden ilkini izlediğim dönemde (‘90ların ortaları) anlatıdaki gezegeni belli bir oranda kendi yaşadığım ülkeyle özdeşleştirdiğimi anımsıyorum; özellikle Madımak Katliamı ve Uğur Mumcu, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Musa Anter cinayetleri yüzünden bunun pek zor olmadığını tahmin edebilirsiniz. Yine de ortaçağ benzetmeleri bu özdeşleşme sürecinin biraz dışında kalmıştı.

***

30 yıl sonra, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından, Alman bilim-kurgu yazarı Andreas Eschbach, benzer bir konuyu işlediği muhteşem bir roman yayımladı: The Carpet Makers (Halı Dokuyanlar, 1995). Almanca özgün adı (Haarteppichknüpfer) ‘Saçtan Halı Dokuyan’ anlamına gelen bu acayip romanda olaylar, halı dokumacılığının çok özel bir meslek olduğu bir gezegende geçiyor.

Eğer bir ‘halı-dokuyan’sanız, ömrünüz boyunca bir tek halı dokumanız beklenir sizden. Ama halının malzemesi, kendi karılarınızın ve kız çocuklarınızın saçları olmalıdır.

Bir tanrı-imparatora tapılan gezegenin katı dinsel yasalarına göre, bir halı-dokuyanın sadece bir oğlu ve olabildiğince çok kızı olmalıdır. Halı-dokuyan, karılarının ve kızlarının saçlarını kullanarak halısını dokur. Farklı desenler için farklı renk saçlar gerektiğinden, bir halı-dokuyan birden fazla kadınla evlenip mümkün olduğunca çok kız çocuğu dünyaya getirmelidir. Halı-dokuyan, evden pek çıkmadan, hatta halı tezgâhının bulunduğu odadan bile pek çıkmadan sürdürür yaşamını. İncecik saç telleriyle çalışmak çok zorlu bir iştir, bu yüzden halı-dokuyanlar, halılarını çok ciddi görme sorunlarıyla ve çoğunlukla hayatlarının sonuna doğru bitirir.

Baba, ömrü boyunca o bir tek halıyı dokuyacak, ölmeden ya da kör olmadan önce bitirebilirse halıyı imparatorluğun tüccarlarına uygun bir fiyata satacak, o parayı bir törenle oğluna verecektir. Para töreninden hemen sonra da ‘eşleşme’ töreni yapılır; upuzun güzel saçlarıyla genç kızlar, yeni halı-dokuyanların karısı olmak için sahneye çıkıp dans eder.

Babası para dolu sandığı kendisine verene dek oğulun sadece bir tek şey yapması beklenir: Kendi dokuyacağı halının desenini tasarlamak. Sonra tezgâhın başına oğul geçer, kendi karısı ve kızlarının saçlarından kendi desenini taşıyan halıyı dokumaya başlar. Bir önceki halının parası, bu halıyı bitirene kadar yetecektir. Bu arada oğul (yeni baba) hammadde temini için yeni kızlar doğurtmaya çalışmalıdır.

Bir halı-dokuyanın sadece bir oğlu olabilir. Eğer karısı birden fazla oğlan doğurursa, baba o bebekleri henüz ana sütü bile emmeden öldürmelidir. Çünkü her evde çok karı ve çok kız evlat, sadece bir baba ve bir oğul olmalıdır.

Tanrı-imparatorun bu gezegeni sadece kadınların saçlarından halı dokunması için yarattığına inanılmaktadır. Bu yüzden, diğer tüm meslekler aşağı görülmekte, işleri halı-dokuyanın genel ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlandırılmaktadır.

Eschbach’ın, artık ülkemle feci biçimde özdeşleştirdiğim bu romanı yazarken etkilendiği iki unsur var bence. İlki, Strugatsky Kardeşler’in romanı Zor Şey Tanrı Olmak; ikincisiyse ülkesinde yaşam biçimlerine tanık olduğu göçmen işçi aileleri…

(Devam edecek)