Her şey pamuk ipliğine bağlıymış gibi hissedilen zamanlar; ilişkiler, ekonomi, siyaset… Böyle zamanlarda dünyaya katılmak zor, kendi köşesine çekilmeyi tercih eden epeyce fazla. Otonom’dan çıkan “Duygu Politikası” adlı kitapta, Brian Massumi’nin “umut”la ilgili sözleri, zihin açıcı. Umudun başarıyla ilişkilendirilmesi, iyimserlikten başka bir şey haline gelmesini engelliyordu ona göre. Bulunduğumuz noktadan geleceği düşünmek, umuda mantıken yer […]

Her şey pamuk ipliğine bağlıymış gibi hissedilen zamanlar; ilişkiler, ekonomi, siyaset… Böyle zamanlarda dünyaya katılmak zor, kendi köşesine çekilmeyi tercih eden epeyce fazla. Otonom’dan çıkan “Duygu Politikası” adlı kitapta, Brian Massumi’nin “umut”la ilgili sözleri, zihin açıcı. Umudun başarıyla ilişkilendirilmesi, iyimserlikten başka bir şey haline gelmesini engelliyordu ona göre. Bulunduğumuz noktadan geleceği düşünmek, umuda mantıken yer bırakmıyordu: “Yıldan yıla artan ekonomik eşitsizlikleri, dünyanın birçok bölgesinde sürekli kötüleşen sağlık ve temizlik koşullarını, çevresel bozulmanın şimdiden hissedilmeye başlayan küresel etkilerini, milletler ve toplumlar arasında giderek çözümsüz hale gelen, işçilerin ve mültecilerin kitlesel bir şekilde yer değiştirmelerine yol açan çatışmaları düşünürsek son derece kötümser bir tablo var…”

Massumi’ye göre, bu tür düşünme ve umut arama çabası, umudu kötümserliğin karşıtı gibi görmek, düşünsel bir felç yaşanmasına neden oluyor ki, ülkemizde yaşanan biraz da böyle bir felç: “Oysa umut, iyimserlik ve kötümserlik kavramlarından, geleceğe dönük hüsnükuruntulu bir başarı beklentisinden, hatta sonuçlarının mantıksal bir öngörüsünden koparılabilirse, işte o zaman gerçekten ilginç olmaya başlayabilir –çünkü böylece umut şimdi yerleşmeye başlar.”

Psikoterapide de yaşanan böylesi bir umuttur aslında, çok umutsuz ve acı şeylerden bahsediliyor olsa bile terapi sürecinin devam ediyor oluşu, başlı başına umudun kendisine dönüşür. Dikkat, başarı veya başarısızlıklardan ziyade, insanı kuşatan belirsizliklere verildiğinde, belirsizlikler zayıflatıcı ya da umutsuzluk verici olmaktan çıkıp, denemeyi ve çabalamayı kışkırtan fırsatları ortaya çıkarır, potansiyel eşiğin fark edilmesine yol açar. Massumi’nin dediği gibi, “Daima geçip gitmekte olan bir şimdinin içindesinizdir. Böyle bakabildiğiniz oranda, köşeye sıkıştırılmış gibi hissetmeniz gerekmez, hangi korkuların kol gezdiği fark etmez, mantıken neyin olmasını beklediğinizin önemi kalmaz. Yolun sonunu hiç görmeyebilirsiniz, fakat en azından atılabilecek bir adım hep vardır.”

Forrest Gander’ın YKY’den çıkan “Şairin Vedası” adlı romanını okuyorum bir yandan; samimiyet, bağlanma ve ilişkilerde derinleşme gibi sorunlar yaşayan romanın kahramanı Les ile, hayatın belirsizliklerini düşünüyorum. Şöyle diyor romanın bir yerinde Les: “Dünyayı yakalamak ve dünyada ilerlemek istiyoruz ve buna tüm kalbimizle niyet etmişiz ama tamamen hazırlıksız yakalanıyoruz.” Hazırlıksız yakalanma, sürekli başkalarıyla ve kendimizle temas halinde olmamızdan kaynaklanıyor Les’e göre. Bir olay ya da bir söz, bütün o zaman boyunca kuluçkada olan bir çocukluk anısını yumurtadan çıkarabiliyor. Bu, hayatımızın dümenini tek başımıza kontrol edemeyişimizi, ne olacağını bilemeyişimizi bir sorun olarak ortaya koyuyor ki, yanılıyor bence. Kırılgan varlıklar oluşumuzu fark etmenin dehşetinden bahsediyor. Asıl, kırılgan varlığımızı tanıyıp sevmemek, hayatımızın dümenini yitirmiş olma duygusu, dehşetli bir çaresizliğe neden oluyor, onlarla karşılaşmak değil. Les’e göre, bütün o alışkanlıklar, alışverişler, başkalarının başlarına gelen kötü şeylerden bahsetmek, insanlara hayatlarının kontrolü kendi ellerindeymiş gibi bir yanılsama yaratmaktan başka bir şey değil. Haksız sayılmaz. Les’e göre şiir bizi aydınlatır, gizlice bir içgörü geliştirir, hissettiğimiz şeylere tutunmamızı ya da bizi kendimize yabancılaştıran sahte şeyleri bırakmamızı sağlar. Şiir ve psikoterapiyi buluşturan, tam da bu bakış açısındaki ortaklık olsa gerek.

“Duygu Politikası”nda Massumi, Deleuze’ü anarak şöyle diyor: “Dünyaya batmış olduğunu kabul et, onunla birlikte ak, onu sonuna kadar yaşa, senin gerçekliğin budur ve onu gerçek yapan senin katılımındır sadece…”