Nazmiye Güçlü'nün "Nokta Kitap"tan denemeleri yayınlandı. Adı pek çarpıcı: "Araba aldım kadın oldum." Bakın nasıl olmuş...

Nazmiye Güçlü'nün "Nokta Kitap"tan denemeleri yayınlandı. Adı pek çarpıcı: "Araba aldım kadın oldum." Bakın nasıl olmuş: "Kırmızı ışıkta durdum. Yanımdaki arabanın şoförü bir şeyler söylüyor gibi geldi. Camı tamamen açıp dikkatli bir şekilde baktım, ne söylediğini anlamak için. 'Çok güzelsin yavrum!' dedi. 0 güne kadar sadece sakattım, araba alınca birden kadın olmuştum. Güldüm, teşekkür ettim. Adam şaşırdı.

Heyecandan her yanım titriyordu. Otuzbeş yaşımdaydım ve hayatımda ilk kez bir erkek bana laf atıyordu. Sonradan düşününce bunun aslında bir taciz olduğunu, başka bir kadının kızacağı bir şeyden hoşlandığımı fark ettim. Yıllardır sokakta yürürken sadece alay etmek amacıyla, 'Bak topal geçiyor!', 'Vah, vah pek de güzelmiş' gibi laflar atmıştı bana erkekler. Oysa şimdi kadın olduğum için laf atıyorlardı. Tacizden hoşlanıyor olmamı kimselere anlatamıyordum. Utanç verici bir şeydi ama hoşlanıyordum işte!"

Nazmiye'yle dostluğumuzu başlatan asıl neden sanıyorum onun sakat olmasından ziyade benim Azınlık olmamdı. Oydu sürekli gezinen Azınlık dünyamızda. Sakat halini Azınlık halimizle örtüştürmüş olmalıydı ki hep bizlerin yanında olur bizim ruh halimizle yarenleşirdi. Kurduğumuz gazeteye gelir bize yardımcı olmak için didinir, "Bana da bir iş verin" derdi. Kısa sürede ondaki cevheri fark etmiştim, bir gün yazmasını önerdim. "Sakatlar Haftası "yla ilgili bir yazıydı ilk denemesi. Değerler dünyamızı derinden sarsmıştı. Ondan sonra ise Nazmiye'yi tutana aşkolsun, yazdıkça yazdı. " Ben neden yazıyorum" un cevabını şöyle verir Nazmiye: "Sosyalist oldum, anarşist oldum, feminist oldum; her seferinde yeni şeyler öğrendim hayata dair.

Ama bir sakat olarak, neden sakat olmayanlarla eşit muamele görmediğimi öğrenmemi sağlayacak bir ideoloji bulamadım. Her konuda herkes bir şeyler yazıyor; ama sakat olmanın ne demek olduğunu kimse yazmıyor. Sakat, topal gibi kelimelerin acıtıcı kelimeler olmaktan çıkması çok zamanımı aldı. Bu konuda yazılar okusaydım belki daha önce acıtıcı kelimeler olmaktan çıkardı.

Yazılarımı başkaları için bu süre kısalır umuduyla yazıyorum." Nazmiye'nin sonsözü de hayli çarpıcı: "Kırmızı ışıkta durunca geldi, elinde kirli bir bez vardı. 15-16 yaşlarındaydı.

Koltuk değneklerine yaslanarak elini uzattı, çarpık bacaklarını göstererek para istedi. 'Sakatım be abla' deyince, 'Ama ben de sakatım' dedim gülerek... Gözlerine bir keder yerleşti sanki öyle söyleyince; kafasını uzatıp bacağıma baktı, sonra uzaklaştı benden. Onun koşullarında doğsaydım, onun yerinde olabilirdim belki ben de; bunu hiç düşünmeden adeta alay eder gibi, 'Ama ben de sakatım' demiş olduğuma inanamadım. Hatırladıkça hâlâ utanırım. Utanç deyince, bir süre önce Andrei Tarkovsky'nin yönettiği 'Solaris' filminde duyduğum ve yürekten inandığım lafı hatırladım: Dünyayı utanç kurtaracak!"

Sakatlar için neler yapmalıyız? Onları nasıl kendimize eşit kılmalıyız? Nasıl yapsak da onları incitmeden onların yaşamını normalleştirmeye çalışsak? İşte bu gibi sorular sağlamların (Ya da kendisini sağlam sananların) dünyasında var olmakla birlikte sakatların gerçek dünyasını kavrayacak bir algılamadan çoğu kez yoksundur.

Öyle ki bazen "Engelli" "Özürlü" ya da "Sakat" olarak adlandırmaların bile bu insanların iç dünyasında derin isyanlara yol açabileceği pek fark edilmez. Sakatları gerektiği gibi anlayamamak sakat olmayanların en büyük handikapıdır. Anlayabilmemiz için de yazan Nazmiyelerin çoğalması gerekmektedir. Yaz Nazmiye yaz... Eğer dünyayı utanç kurtaracaksa sen de utandırmak için yaz!

(Bu yazı 7 Kasım 2004 tarihinde BirGün gazetesinde yayımlanmıştır.)