Küresel kapitalizmin birçok merkez ve çevre ülkesinde ekonomik durgunluk bir bütün halinde devam ederken, krizin ülkelerdeki yansıması gözlendiğinde çok net ortaya çıkan bir ayrışma var ki o da enflasyondan başkası değil.

Düşük büyüme, deflasyon
Küresel durgunluğun yedinci yılında petrol ve emtia fiyatları dünya genelinde düşüş eğilimindeyken birçok ülkede bu düşüş deflasyonist baskı yaratmakta, bu baskı başta Avrupa ve Japonya olmak üzere krizin derinliğini pekiştirmektedir. Genel fiyat düzeylerinin gerilediği, buna paralel ücretlerin, üretimin, tüm varlık değerlerinin gerilediği deflasyon sürecinin AB hegemonu Almanya’yı bile 2014’ün son iki çeyreğinde durgunluğa sürüklediğini izlemiştik. Nitekim Türkiye halkının her daim kabusu olan enflasyonun dışında deflasyonun da kabustan öte bir tarafının olmadığı, tüm değerlerin fiyatı gerilerken, geçim meselesi, iş meselesi gibi yaşama ve emeğe dair sorunların da giderek büyüdüğü ortada. Ortada olan bir diğer şey ise ücretli kesimin kazanımlarını ve sosyal haklarını tırpanlayarak bu sarmaldan çıkmayı, faizleri artırarak parasal politikalarla bir “canlanmayı” hedefleyenlerin saldırganlıklarıdır.

Daha kötü yöne doğru ayrışma:
Düşük büyüme, yüksek enflasyon

Yerkürenin bir kesimine böylesi bir atmosferi yaşatan kriz, diğer bir kesimine ise daha karanlık bir atmosferi taşıyarak dalga dalga yayılıyor. Krizin başlarında anaakım iktisatçılar arasında yaygın bir görüş, yükselen ülkelerin merkezdeki krizden çok etkilenmeyeceği bir ayrışma-decoupling- yönündeydi. Aradan geçen yedi yıl, bu ayrışmanın iyi yönde değil, bilakis daha yapısal ve daha uzun süreli bir krize doğru olduğunu doğruladı. 

Brezilya, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya gibi kırılgan ülkelerin başını çeken Türkiye’de bir yandan küresel sermaye hareketlerindeki ciddi daralmaya bağlı oluşan devasa dış açıklar, bir yandan ihracat pazarlarının daralmasıyla düşen ticaret hacmi, diğer bir yandan ücretleri uzun bir süredir reel olarak gerilemeye terk edilmiş, borçla harçla geçimlerini sürdürmeye çalışanların gerileyen alım güçleri ve öte yandan da hiçbir sermaye fraksiyonunun yatırım yapmaya niyetli olmaması gibi kurulu modelin dört bir yerinden çöküşün izlendiği bir ekonomi mevcut.

Tüm bu yapısal göçüklere bir de küresel çapta düşen emtia ve petrol fiyatlarına rağmen yüksek enflasyon eşlik ediyor. Bu beraberliği bugün durgunluk içinde enflasyon yani stagflasyon olarak yorumlayabiliyoruz.

2014 yılının yüzde 2,9’luk büyüme oranı bu kolayca atlatılamayacak durgunluğu tescillemekte. 2003 yılından 2014 yılına ortalama yüzde 4,4 büyüme yaratan Türkiye ekonomisi 2014 yılı itibariyle yüzde 3’lük düşük büyüme patikasına girdi. Yatırımların ve iç tüketimin katkıları neredeyse durdu. 2014 yılında büyümeye tek katkı yapan kamu harcamaları ve ihracat iken, 2015 yılı bu katkıların da artık mümkün olmayacağını mali disiplin ve yüzde 13 üzeri ihracatta daralma verileriyle kanıtlıyor.

Diğer taraftan tüketici fiyatlarında artış nisanda yüksek seyrine paralel yüzde 7,9 olarak gerçekleşirken gıda fiyatlarındaki artış yüzde 14,36’ya dayandı. Tarımsal üretimde iklim faktörleri vb koşullar fasa fiso. Türkiye’nin özellikle gıda enflasyonunda dünya genelinden ayrıştığı yapı dışa bağımlılık ve kur etkisi. 2014 Nisan-2015 Nisan döneminde TL dolar karşısında yüzde 21 değer kaybetti, sadece nisan ayı içerisindeki değer kaybı ise yüzde 3. Türkiye’de tükettiğimiz her mal ve hizmetin fiyatı doğrudan kurdan etkileniyor, genel tespit kurdaki her yüzde 10’luk değişimin enflasyona 1,5’a yakın katkı yaptığı şeklindedir. Böylesi bir tespit, Türkiye’nin üretimden tüketime her alanda dışa bağımlı yapısının boyutlarını ortaya sermektedir.

Eh hızlı büyüme dönemlerinde de enflasyon yüksekti diye soranlar olursa, işte anlatmaya çalıştığımız budur aslında. Türkiye spekülatif sermaye akımlarının uğraklarından biri olmaya devam ettikçe, ekonominin ve ülkenin başındakiler tüm kaynakları, birikimleri ve değerleri bu iştaha teslim ettikçe,  büyüdükçe enflasyon ve cari açık üreten, durgunlukta ise bu riskleri daha ağır bir tehdit olarak karşısında gören bir ülke olmaktan kurtulamayacaktır. En nihayetinde bu bedeli refahından, emeğinden, kazancından çalınan emekçi halk ödeyecektir. Lakin şimdi ödeyeceği bedel daha ağırdır, zira pasta küçülmüş ve maliyetler artmıştır.