Durma göğe bakalım
‘‘Türkiye’yi şairler yarattı’’ demişti bir yazar. Son günlerde ölüm yıldönümlerinde andığımız dört şaire kulak verelim ve düşünelim bu yaz sıcaklarında, “Kim çağırıyor maviyi?”
"Kim düzenliyor bu uyuşmazlığı, kimin
ellerim bir iki harf yazıyor hızlıca
nerden baksan zehir gibi kapkara
tuzla ekmek arasında suyla benim aramda
maviyi çağıran kim şimdi, kimin
uygunsuz elleri dolaşıyor aramızda
şimdi bu her şey nedir
dükkanların bankaların borsaların adı ne
yeşilin tadı hani, gölün sevinci nerde
şimdi durup dururken nedir bu
gündüzü hızlandıran, geceyi bölen öfke
maviyi çağıran kim, kimdir çağıran maviyi
asıl mavi kimi çağırıyor, asıl onun adı ne”
Turgut Uyar
1985 yılının 22 Ağustos’unda sonsuzluğa uğurladık büyük şairi. 1974 yılında, “Toplandılar” adlı kitabında yayımlanmıştı yukardaki şiiri (2002’de YKY’nın “Büyük Saat” - Bütün Şiirleri”nde aynı başlık altında yayımlandı). İnsanın çelişkilerini, yaşamın acımasızlığını anlatırken umutsuzluğa düştüğü olmuştur elbet, ama şiirinde hiç umutsuz olmadı.
“Çıkmazın Güzelliği” adlı yazısında “Evet şiir çıkmazda. Çünkü insan çıkmazda. Ama bütün sorun bu çıkmazın bilincine varmakta. Şiirin çıkmazda olmadığını düşünenlerden yana değiliz. Çünkü bu çıkmaz; bilince, bilgiye uygunluğa, çağdaş şiire ve insana yeni bir imkândır” diyordu. Umutsuz değildi, öfkesine yenilmiyor, okuruna mutluluğun kaf dağının ardında olmadığını anlatmak istiyordu. Göğe bakmak, evrenin sonsuzluğunda iyiliğe ve güzelliğe kucak açmak gerekiyordu:
“bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek
hep direnmek devam etmek adına” (‘Acının Tarihi’nden)
1959’da yayımlanan “Dünyanın en güzel Arabistanı” kitabında “Sizin alınız al inandım / Morunuz mor inandım / Tanrınız büyük âmenna / Şiiriniz adamakıllı şiir / Dumanı da cabası / Ama sizin adınız ne / Benim dengemi bozmayınız” derken, yalnızca edebiyatta köşeleri tutmuş şairlere başkaldırmıyordu herhalde. Bu daha büyük bir başkaldırıydı…
“…çünkü elbet çocuklar bağıra çağıra / tutmalı bütün köşeleri / piyango satanların köşelerini / pezevenklerin tuttuğu köşeleri / gazetelerin tuttuğu köşeleri” (‘Toplandılar’ kitabı, ‘Bir Kırmızı Örtü’ şiirinden)
Köşeleri tutamadık henüz… Feryadımız, -bu hafta içinde, Ağustos’un 19’unda- ölümünün 107’nci yıldönümünde andığımız Tevfik Fikret’in şiirindeki feryadı çağrıştırıyor:
Tevfik Fikret
“Bu sofracık, efendiler - ki iltikâma muntazır
Huzrunuzda titriyor - şu milletin hayâtıdır;
Şu milletin ki muzdarib, şu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…
Yiyin efendiler yiyin; bu hân-ı iştihâ sizindir;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!...” (“Hân-ı Yağma”, 1918)
Yazımızın ‘spot’unda “Türkiye’yi Şairler Yarattı” sözüne yer vermiştim. Koç Üniversitesi Armağan Kitaplar dizisinin ilk yapıtı olan, Turgut Çeviker’in hazırladığı “Tevfik Fikret” kitabında Turgay Fişekçi “Fikret veşiyan” başlıklı yazısında, İlhan Selçuk’un 2009 tarihli köşe yazısından bir alıntıyla giriyor söze: “Atatürk, Nâmık Kemal’e ve Tevfik Fikret’e çok şey borçludur. Nâmık Kemal vatan yokken vatan diyor. Tevfik Fikret özgürlük yokken özgürlük diyor. Fransa, Almanya, vb gibi değiliz. Biz özgürüz. Türkiye’yi şairler yarattı…”
Turgay Fişekçi yazısını şöyle sürdürüyor: “Bugün şiirlerinin büyük bölümünü dil içi çevirisi olmadan anlayamasak da, Tevfik Fikret ilk büyük ‘çağdaş’ şairdir. Onun çağdaşlığı, yalnızca ilerici düşünceli bir insan olmasından değil, yaşadığı sürece çağının aydını gibi yaşayabilmiş ve evrensel ölçülerde ‘aydın’ tanımına uygun bir düşünce ve davranış bütünlüğü içinde olmasındadır.”
Can Yücel
Tıpkı, bir hafta önce ölüm yıldönümünde, dün de doğum gününde (21 Ağustos’ta) andığımız Can Yücel gibi değil mi? Ne diyordu Can baba, “55. Sone”de:
“Prenslerden kalma ne yaldız ne mermer ne saraylar
Kalır ayakta bu ipekten şiirim kadar,
Ve bu mazrufla par-parladıkça sen nazlı yâr
Zarflarıdır onların bu kir-pas tutmuş mezar,
Bırak hunhar harpler heykelleri devirsin
Kalmasın oylum oylum taşlar, taşlar üstünde!
Ne Mars, ne Marx, o ateş tanrıları güneşin
Silemez bu yazıtı belleklerin üstünden!...
Ölüme de, nisyana da karşıdır bu isyan,
Yürüyeceksin sen dimdik, ve gelecek kuşaklar
Sarılacak beline, gel zaman, git zaman,
Hepsi de senin benim sulbümden çocuklar…
Senin de günün gelip dirilinceye demek,
Bu şiirde yaşıyorsun, yani kıyamete dek…”
Ve Lorca
Büyük İspanyol şairi Federico Garcia Lorca’yı da Tevfik Fikret ile aynı gün andık. 86 yıl önce, 19 Ağustos 1936’da, henüz 38 yaşında Franco’nun milisleri tarafından katledilmişti büyük şair. Tıpkı, bu sayfada dizelerine yer verdiğimiz şairlerimiz gibi, Nâzım gibi, Cansever gibi, kıyamete dek şiirlerinde yaşayacak olan Lorca’nın (A. Kadir ve Afşar Timuçin’in Türkçeleştirdiği) dizelerine kulak verelim…
“Ölürsem açık bırakın balkonu.
Çocuk portakal yer.
(Balkonumdan görürüm onu.)
Orakçı ekin biçer.
(Balkonumdan duyarım onu.)
Ölürsem
Açık bırakın balkonu!”