‘‘Türkiye’yi şairler yarattı’’ demişti bir yazar. Son günlerde ölüm yıldönümlerinde andığımız dört şaire kulak verelim ve düşünelim bu yaz sıcaklarında, “Kim çağırıyor maviyi?”

Durma göğe bakalım
Fotoğraf (Soldan sağa): Tevfik Fikret - Turgut Uyar - Frededic Garcia Lorca - Can Yücel

"Kim düzenliyor bu uyuşmazlığı, kimin

ellerim bir iki harf yazıyor hızlıca

nerden baksan zehir gibi kapkara

tuzla ekmek arasında suyla benim aramda

maviyi çağıran kim şimdi, kimin

uygunsuz elleri dolaşıyor aramızda

şimdi bu her şey nedir

dükkanların bankaların borsaların adı ne

yeşilin tadı hani, gölün sevinci nerde

şimdi durup dururken nedir bu

gündüzü hızlandıran, geceyi bölen öfke

maviyi çağıran kim, kimdir çağıran maviyi

asıl mavi kimi çağırıyor, asıl onun adı ne”

Turgut Uyar

1985 yılının 22 Ağustos’unda sonsuzluğa uğurladık büyük şairi. 1974 yılında, “Toplandılar” adlı kitabında yayımlanmıştı yukardaki şiiri (2002’de YKY’nın “Büyük Saat” - Bütün Şiirleri”nde aynı başlık altında yayımlandı). İnsanın çelişkilerini, yaşamın acımasızlığını anlatırken umutsuzluğa düştüğü olmuştur elbet, ama şiirinde hiç umutsuz olmadı.

“Çıkmazın Güzelliği” adlı yazısında “Evet şiir çıkmazda. Çünkü insan çıkmazda. Ama bütün sorun bu çıkmazın bilincine varmakta. Şiirin çıkmazda olmadığını düşünenlerden yana değiliz. Çünkü bu çıkmaz; bilince, bilgiye uygunluğa, çağdaş şiire ve insana yeni bir imkândır” diyordu. Umutsuz değildi, öfkesine yenilmiyor, okuruna mutluluğun kaf dağının ardında olmadığını anlatmak istiyordu. Göğe bakmak, evrenin sonsuzluğunda iyiliğe ve güzelliğe kucak açmak gerekiyordu:

“bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu

ve direnmek

hep direnmek devam etmek adına” (‘Acının Tarihi’nden)

1959’da yayımlanan “Dünyanın en güzel Arabistanı” kitabında “Sizin alınız al inandım / Morunuz mor inandım / Tanrınız büyük âmenna / Şiiriniz adamakıllı şiir / Dumanı da cabası / Ama sizin adınız ne / Benim dengemi bozmayınız” derken, yalnızca edebiyatta köşeleri tutmuş şairlere başkaldırmıyordu herhalde. Bu daha büyük bir başkaldırıydı…

“…çünkü elbet çocuklar bağıra çağıra / tutmalı bütün köşeleri / piyango satanların köşelerini / pezevenklerin tuttuğu köşeleri / gazetelerin tuttuğu köşeleri” (‘Toplandılar’ kitabı, ‘Bir Kırmızı Örtü’ şiirinden)

Köşeleri tutamadık henüz… Feryadımız, -bu hafta içinde, Ağustos’un 19’unda- ölümünün 107’nci yıldönümünde andığımız Tevfik Fikret’in şiirindeki feryadı çağrıştırıyor:

Tevfik Fikret

“Bu sofracık, efendiler - ki iltikâma muntazır

Huzrunuzda titriyor - şu milletin hayâtıdır;

Şu milletin ki muzdarib, şu milletin ki muhtazır!

Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…

Yiyin efendiler yiyin; bu hân-ı iştihâ sizindir;

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!...” (“Hân-ı Yağma”, 1918)

Yazımızın ‘spot’unda “Türkiye’yi Şairler Yarattı” sözüne yer vermiştim. Koç Üniversitesi Armağan Kitaplar dizisinin ilk yapıtı olan, Turgut Çeviker’in hazırladığı “Tevfik Fikret” kitabında Turgay Fişekçi “Fikret veşiyan” başlıklı yazısında, İlhan Selçuk’un 2009 tarihli köşe yazısından bir alıntıyla giriyor söze: “Atatürk, Nâmık Kemal’e ve Tevfik Fikret’e çok şey borçludur. Nâmık Kemal vatan yokken vatan diyor. Tevfik Fikret özgürlük yokken özgürlük diyor. Fransa, Almanya, vb gibi değiliz. Biz özgürüz. Türkiye’yi şairler yarattı…”

Turgay Fişekçi yazısını şöyle sürdürüyor: “Bugün şiirlerinin büyük bölümünü dil içi çevirisi olmadan anlayamasak da, Tevfik Fikret ilk büyük ‘çağdaş’ şairdir. Onun çağdaşlığı, yalnızca ilerici düşünceli bir insan olmasından değil, yaşadığı sürece çağının aydını gibi yaşayabilmiş ve evrensel ölçülerde ‘aydın’ tanımına uygun bir düşünce ve davranış bütünlüğü içinde olmasındadır.”

Can Yücel

Tıpkı, bir hafta önce ölüm yıldönümünde, dün de doğum gününde (21 Ağustos’ta) andığımız Can Yücel gibi değil mi? Ne diyordu Can baba, “55. Sone”de:

“Prenslerden kalma ne yaldız ne mermer ne saraylar

Kalır ayakta bu ipekten şiirim kadar,

Ve bu mazrufla par-parladıkça sen nazlı yâr

Zarflarıdır onların bu kir-pas tutmuş mezar,

Bırak hunhar harpler heykelleri devirsin

Kalmasın oylum oylum taşlar, taşlar üstünde!

Ne Mars, ne Marx, o ateş tanrıları güneşin

Silemez bu yazıtı belleklerin üstünden!...

Ölüme de, nisyana da karşıdır bu isyan,

Yürüyeceksin sen dimdik, ve gelecek kuşaklar

Sarılacak beline, gel zaman, git zaman,

Hepsi de senin benim sulbümden çocuklar…

Senin de günün gelip dirilinceye demek,

Bu şiirde yaşıyorsun, yani kıyamete dek…”

Ve Lorca

Büyük İspanyol şairi Federico Garcia Lorca’yı da Tevfik Fikret ile aynı gün andık. 86 yıl önce, 19 Ağustos 1936’da, henüz 38 yaşında Franco’nun milisleri tarafından katledilmişti büyük şair. Tıpkı, bu sayfada dizelerine yer verdiğimiz şairlerimiz gibi, Nâzım gibi, Cansever gibi, kıyamete dek şiirlerinde yaşayacak olan Lorca’nın (A. Kadir ve Afşar Timuçin’in Türkçeleştirdiği) dizelerine kulak verelim…

“Ölürsem açık bırakın balkonu.

Çocuk portakal yer.

(Balkonumdan görürüm onu.)

Orakçı ekin biçer.

(Balkonumdan duyarım onu.)

Ölürsem

Açık bırakın balkonu!”