2022’ye veda etmek sevindirici, ama 2023’ün getirecekleri konusunda da hemen hemen herkes gibi ben de temkinliyim. Umarım belirsizliklerin olumlu yönde giderildiği bir yıl olur. 2022’de etrafımdaki çoğu kişi sağlık sorunlarıyla boğuştu ve ben de onlar aracılığıyla sağlık sistemindeki aksaklıklara daha çok tanık oldum. Devlet hastanelerinin durumu gibi konuların dışında genel olarak geleneksel Batı tıbbına dair bir açmazla karşı karşıya olduğumuz ortada. Tıbbın konusu olan beden parçalara ayrılıp her parçada uzmanlıklar çoğaldı. Ama sağlık hizmetlerinin uzmanlık uygulamalarına indirgenmesi, Darian Leader‘ın ‘Why Do People Get Ill‘ adlı kitabında yazdığı gibi hastaların çatışan çıkarlar ve yanlış yönlendirilmiş teknikler labirentinde kaybolmasına da yol açtı. Çoğu kişinin hastalığı konusunda kafası karışık. Bir de üstüne televizyon kanallarını işgal eden sağlık programlarındaki yönlendirmeler ve kafa karıştırıcı açıklamalar da eklenince, labirentten çakabilmek daha da zorlaştı.

HIZLI VE KESİN

Labirenti karmaşıklaştıran bir başka etken de indirgemecilik. Bedensel hastalıkları psikolojik nedenlere indirgemek de tersi de oldukça sakıncalı; elbette psikolojik durumların etkisi yadsınamaz, ama tek bir hastalıktan tek bir nedeni sorumlu tutmak her zaman yanıltıcı olacaktır. Depresyon ya da kaygı bozukluğu yaşayan herkes benzer hastalıklara yakalanmaz, ya da tam tersi psikolojik açıdan sağlıklı sayılabilecek herhangi biri herhangi bir hastalığa yakalanabilir. Önemli olan, hastaların hikâyelerini olabildiğince detaylı ve bütünlükçü bir perspektifle dinleyip anlayabilmek. Sanırım her konuda olduğu gibi bu konuda da kimsenin öyle bir vakti olmuyor, her şey olabildiğince hızlı bir biçimde neticelendirilmek isteniyor. Bunun için de teknolojiye fazlasıyla güveniliyor.

Bir de şu stres puanı veren testler, kişilik özelliklerini etiketlendirerek kategorilere ayırmalar falan da, meselenin anlatı boyutunun ıskalanmasına yol açabiliyor. Düşük maliyet, hızlı tedavi gibi genelleştiren ya da indirgeyen yöntem ve tutumlar, aslında yüzeysel ve geçici çözümlerle günü kurtarmaya yarıyor sadece. İnsan hikâyelerden oluşan bir varlık ve aradığımız her çözüm o hikâyelerin detaylarında gizli.

Hastanelerde zaman geçirirken kapısında ‚palyatif bakım merkezi‘ yazan yerler gördüm. Aklıma Byung-Chul Han‘ın ‘Palyatif Toplum‘ adlı kitabı gelmişti. Yazar, palyatif sözcüğünün Latince kökeninin paltoyla örtmek anlamına geldiğini yazmış. Sözcük tıpta, tedavisi mümkün olmayan hastalıklarda hastanın şikâyetlerini, esas olarak da acılarını gidermeye yönelik tedaviyi tanımlamak için kullanılıyor. Kitapta Walter Benjamin‘in ‚Denkbilder‘ kitabından bahseden bir bölüme rastlamıştım, hikâyelerin iyileştirici gücünden bahseden: “Çocuk hastadır. Anne onu yatağına yatırır ve yanına oturur. Öyküler anlatmaya başlar ona.“ Byung-Chul Han, şöyle yazmış Benjamin‘in tespitleriyle ilgili: “Benjamin hastanın henüz tedavinin başında doktora aktardığı öyküsünün iyileşme sürecini başlattığını düşünür. ‚Anlatım akıntısıyla yeterince uzağa -akıntının ağzına- dek taşınmaları durumunda bütün hastalıkların iyileşebilmesi‘nin mümkün olup olmadığını sorar kendine Benjamin. Acı, anlatımın akıntısına başta karşı duran bir ‘baraj‘dır. Ama ‘akıntının eğimi yeterince güçlü olduğunda‘ bu baraj ‘yıkılır‘ ve ‚akıntı yoluna çıkan her şeyi mutlu bir unutmanın denizine taşır‘. Annenin hasta çocuğu okşayan eli anlatımın akıntısına bir yatak hazırlamaktadır. Ancak acı, anlatımın akıntısına karşı duran bir barajdan ibaret değildir. Akıntının kabararak barajı önüne katıp sürüklemesini sağlayan bizzat odur. Anlatımı başlatan acıdır esas olarak. Ancak böylelikle gerçekten de ‘[insanın] teknesini yüzdürebileceği, onu denize taşıyacak suyu tükenmez bir nehir‘ olabilir acı.”

***

Hastalıklara ve acıya nasıl yaklaşıldığı üzerine düşünmek, özellikle günümüzde daha da önemli bir hale geldi. Şimdiki uygulamalar ve yaklaşımlar, fazla endüstriyel ve fazla piyasa güdümlü bir seyir izliyor. Byung-Chul Han ve Darian Leader gibi düşünür ve psikanalistler, ‚anlatı sonrası‘ diye tanımladıkları bu çağda, hikâyelerin ve anlatının önemini yitiriyor olmasından yakınıyorlar. Acıya karşı dayanıksızsak anlamlı bir hikâyenin içinde olduğumuzu hissedemediğimizden… İnsanları hikâyeleriyle buluşturacak tek şey, bu hız yanılsaması içinde durup kendilerine ve birbirlerine bakabilmeleri... Yeni yıl durup anlamaya çalıştığımız bir yıl olur umarım, herkesin kendi ‚biricik‘ hikâyesini hissettiği…