Deniz kenarında gözlerimi kapatıp dalgaları dinlerken, soğuk da olsa kış güneşinin yüzüme vurmasından keyif alıyorum. Balıkçıların çoğu denize açılmış, kucağımda bir kedi, huzur içinde… Yorulma hakkı diye bir şey var, her şeyi durdurup kendini unutmanın hazzı… Günümüzde insanların çoğu, ya bu haktan habersiz ya da yorulmayı bir hastalık gibi yaşıyor, enerji içeceklerinden ilaçlara, sürekli bir […]

Deniz kenarında gözlerimi kapatıp dalgaları dinlerken, soğuk da olsa kış güneşinin yüzüme vurmasından keyif alıyorum. Balıkçıların çoğu denize açılmış, kucağımda bir kedi, huzur içinde… Yorulma hakkı diye bir şey var, her şeyi durdurup kendini unutmanın hazzı… Günümüzde insanların çoğu, ya bu haktan habersiz ya da yorulmayı bir hastalık gibi yaşıyor, enerji içeceklerinden ilaçlara, sürekli bir akış içinde, dinlenmeyi bile yapılacak bir işe dönüştürerek. Bu yaygın huzursuzluğun nedeni, sürekli bir kaçış, kendinden kaçış belki de…

Kendinden kaçmak ile kendinden dışarı çıkmak, doğayla kaynaşmak, bir melodiyle, bir romanla uzaklara yelken açmak arasında bir fark olsa gerek.

Geçen akşam, balıkçılar kahvesinde hep birlikte televizyondaki haberleri izliyorduk, bir politikacı, halk arasında yaygın olarak kullanılan, “Acımayacağız, acırsak acınacak duruma düşeriz” sözünü etti. Macit Amca, bu sözü ne zaman duysa çok kızardı. Ona göre, kendi acizliğini, zayıflığını, çaresizliğini hissetmeyen biri, başkalarının acizliğini, acısını da görmezden gelirdi. Merhametsizlik, pek çok sorunun kaynağıydı.

Günümüzde yaygın olan ‘ben odaklı’ insanların temel özelliğiydi bu. Gerçekte kendilerine dair olumsuz bir öz algıları vardı. Bu olumsuz öz algıyla yüzleşmemek için kendilerinden kaçmakla meşguldüler ve bu kaçış zaman zaman öylesine yorucu olabiliyordu ki… ‘Ben odaklı’ insanları Rainer Funk, ‘her zaman her yerde olumlu düşünen ve hisseden iş bitirici’ler olarak nitelendirmişti ‘Ben ve Biz’ adlı kitabında. Kişisel gelişim kitaplarıyla da bunun teknikleri öğretiliyordu insanlara. Olumlu düşün ki, olumlu şeyler başına gelsin gibi nasihatlerle kaçışın yumuşak yolları gösteriliyordu. Kendi zayıflıklarıyla yüzleşebilenler, başkalarına merhamet duyarak, onların duygularını anlamaya çalışarak, zayıfla zayıf olmaktan korkmayarak hayatı çok daha sahici ve dolu dolu yaşayabiliyorlardı, yorulduklarında dinlenebildikleri, üzüldüklerinde neşelenebildikleri… ‘Ben odaklı’ insanlarınsa zayıflığa ve üzüntüye tahammülü olmadığı için neşeleri de eksikti, kolayca dağılabiliyorlardı.

Neden bu kadar çok boşanma yaşanıyor, neden uzun süreli ilişkiler kurulamıyor, neden boşluk duygusundan mustarip bu kadar çok insan var, neden bunca kötü şey oluyor ama toplum sessiz kalıyor gibi pek çok mesele, tüketim toplumunun bir modeli olan ‘ben odaklı’ yaşam hesaba katılmadan düşünülemez. Eleştiri kabul etmeyen ve çatışmayı bastırarak ilişki kuran biri, bir evliliği ya da ilişkiyi nasıl sürdürebilsin? Rainer Funk, iş hayatında meselelere eleştirel bakan ve çatışmaları açıkça dile getiren birinin çoğunlukla oyunbozan olarak görüldüğünü ve bu da sahte ve yüzeysellik içinde yaratıcı olmayan, kimsenin gerçek anlamda tatmin duygusunu yaşayamadığı bir çalışma ortamı yarattığını yazmış. Kendi öz güçleriyle ilişki kurabilen, yani zayıf ve güçlü yanlarını bilen biri, eleştiri ve çatışmadan kaçmak yerine yüzleşebilmesi sayesinde, kendisine dair öz algısını da gerçekçi ve olumlu kılabiliyor.

Kendimize dair olumlu ve gerçekçi algımız, bizi tetikleyici olay, durum ve sözlerden de koruyabiliyor. Darian Leader’ın ‘Delilik Nedir?’de yazdığı gibi, tetiklenme ‘anlam düzeyinde’ oluşan deliklerle gerçekleşiyor çünkü, yüzleşilemeyen gerçeklerin neden olduğu bir anlamlandırma sorunu… Tetikleyici bir olay ya da söz yüzünden kavga eden, kendine ya da başkasına zarar veren biri, gerçekte bir anlamlandırma sorunu yaşıyordur o an, sanki esrarengiz bir gücün kontrolüne girmiş gibi…

Sibylle Berg, ‘Hayat İçin Teşekkürler’ romanında, insanlardaki asabiyeti, her şeyin hızla değişmesine ve bu değişime katılamamalarına, zamanın bile ölmelerini bekleme nezaketi gösteremeyecek kadar hızlanmasına bağlıyordu, kendilerini ve hayatı anlamlandıramayışlarına… Anlamlandırmak için durmak gerek önce, durup bakmak…