Sadece diploma değil, diplomayı veren kurum, diplomanın piyasa değerini belirler durumda artık. Dünyanın en iyi üniversiteleri listesinde ilk 100 veya 500’e girmek gibi hedefler bile kalkınma planı içerisine girer oldu. Yaşananlar, eğitim aracılığı ile yaşamlarının değişebileceğini düşünen milyonlarca öğrencinin, hayallerinin satıldığı “Düşler Pazarının” her yıl yeniden kurulmasını sağlıyor.

Düş pazarı değil, insan, doğa ve toplum yararına üniversite

ÖZGÜR BOZDOĞAN
Eğitim Sen Genel Yükseköğretim ve Eğitim Sekreteri

6 Ağustos tarihinde, 2019 Yükseköğretim Kurumları Sınavı yerleştirme sonuçlarının açıklanması ile beraber, var olan bir tartışma yeniden alevlendi; yükseköğretime geçiş sisteminde yapılan değişiklik, ortaöğretimden yükseköğretime geçişte geçerli ve güvenilir sonuçlar üretebiliyor mu? Sınavın yapısı, içeriği, uygulanması ve sonuçları uzunca bir süredir tartışılmaya devam ediyor ve edecek gibi de görünüyor. YÖK ve ÖSYM bu tartışmanın farkında olduğu için, sonuçları o kadar yapılandırmış olarak sundu ki, tartışma bir anda kontenjanların doluluk ve boşluk oranlarına odaklandı. Bir takım istatistiki veriler kullanılarak, kontenjanlarda doluluk oranlarının arttığı ve bunun da sistemin başarısını gösterdiği düşüncesi yaygınlaştırılmaya çalışıldı.
Fotoğrafa bizlerden istenilen açıdan değil de daha bütünlüklü baktığınızda çok sayıda sorunu da görebiliyorsunuz. YÖK sitesinde yayınlanan yapılandırılmış raporu dahi dikkatli okuduğunuzda, çok sayıda sorunun varlığını tespit edebiliyorsunuz; başvuran aday sayısı ve yerleşme oranları, başvuru hakkı olmasına rağmen başvuru yapmayan aday sayısı vb.

Gelinen aşamada, üniversitelerin işlevleri ve sahip olmaları gereken özelliklerle bugün var olan durum arasında ciddi bir fark oluştuğu açıktır. İşlevsel ve yapısal olarak oluşan bu farklılaşmanın nedenleri, oluşma biçimi ve bu farklılaşmayı etkileyen dinamiklerin açığa çıkarılması, sorunun olması gereken zeminde tartışılması açısından oldukça önemlidir.

ÜNİVERSİTE

Üniversite için bugün en geçerli olan tanım şu şekilde özetlenebilir; üniversiteler; gerçeği arayan, insan, doğa ve toplum yararına bilgi üreten kurumlardır. Yaşayan ve sürekli değişim içerisinde olan üniversitelerin içerisinde bulundukları koşullardan etkilenmemesi beklenemez. Timur’un cümleleri ile ifade edersek "Tarihi ve toplumsal birer kurum ve özel amaçlı bir örgütlenme birimi olan üniversiteler, ait oldukları ve belli bir üretim biçiminin şekillendirdiği toplumsal formasyonların gelişim süreci dışında anlaşılamazlar.”

Piyasanın ve piyasa ilişkilerinin tüm yaşamımızı kontrol etmeye başladığı bir dönemde, üniversitelerin bu süreçten etkilenmemesi beklenemez. Piyasa koşulları üniversiteleri iki işleve doğru hızla yönlendirmektedir. Bunlardan birincisi; piyasa için bilim üretilmesi, yani bilimin piyasalaşmasıdır. Sermayenin üniversitelerden beklediği ikinci işlev ise ihtiyaç duyulan işgücünün eğitilmesi, diğer bir ifade ile istihdam için üniversite eğitiminin yapılmasıdır.

2019-2023 yıllarını kapsayan 11. Kalkınma Planının ilgili bölümleri bunun bir devlet politikası haline getirildiğini bizlere göstermektedir.

Kalkınma planının 561. maddesi dikkate alındığında, yükseköğretimin, önümüzdeki dönem tamamen piyasanın beklentisine göre şekilleneceği açıktır. Eğitim-istihdam bağlantısının güçlendirileceğine dair yönelim ise, üniversitenin işlevine dönük hedeflere dair fikir vermektedir.

Yeni YÖK adı verilen ancak yeni olanın ne olduğunu bir türlü anlayamadığımız kurum, bir adım daha atmış ve yükseköğretimin piyasalaşmasını hızlandıracak olan “Yükseköğretim Eğitim Programları Danışma Kurulunu” yasal statüye kavuşturarak devreye sokmuştur. Odalar ve Borsalar birliği başta olmak üzere pek çok sermaye temsilcisinin de içerisinde yer aldığı kurul, bu yıl kontenjan belirlemelerinde etkili oldu. Bunun doğal sonucu olarak, kontenjanların belirlenmesinde temel etken sermayenin gereksinimleri oldu.

Ortaöğretimden yükseköğretime geçiş, oluşturduğu pazar büyüklüğü ile son dönemin en yoğun kontrol altına alınmaya çalışılan alanlarından biri oldu. Günümüz dünyasında ”diploma” ait olunan alt sosyal sınıflardan üst sınıflara geçişin en önemli araçlarından biri haline getirildi. Hatta sadece diploma değil, diplomayı veren kurum, diplomanın piyasa değerini belirler durumda artık. Dünyanın en iyi üniversiteleri listesinde ilk 100 veya 500’e girmek gibi hedefler bile kalkınma planı içerisine girer oldu. Yaşananlar, eğitim aracılığı ile yaşamlarının değişebileceğini düşünen milyonlarca öğrencinin, hayallerinin satıldığı “Düşler Pazarının” her yıl yeniden kurulmasını sağlıyor.

Öğrencilerin yaşamlarını değiştirme isteğinin piyasaya sunulması, üniversite-istihdam arasında kurulan ilişki o kadar etkili ki sunulan tercih danışmanlığı hizmetinin içeriğini de belirliyor. Öğrencilerin yaptıkları tercihleri de en belirleyici unsur mezun olunduğunda iş bulma durumu oluyor. Bu özellik o kadar belirleyici ki, dünyanın en iyi üniversiteleri listesinin belirlenmesinde mezunların iş bulma durumu yüzde 25 etkiye sahiptir. Bu sene yapılan YKS Yerleştirme Sonuç Raporuna göre tercihte bulunma hakkı olmasına rağmen, tercih yapmayan öğrenci sayısı 647.754 oldu. Tercih yapmayan aday sayısının fazlalığı ile mezun olunduğunda iş bulma durumu arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülüyor. Bu durum, mezun olduktan sonra iş bulmayı adayların üniversite tercihlerini belirleyen en önemli unsur haline getirmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı da bu konuda adım atarak, liselerde kariyer ofisleri adı altında birimler oluşturma hedefini kamuoyu ile paylaştı. Kariyer ofisleri ile ortaöğretim kurumları da meslek için yapılan eğitimin bir alt basamağını oluşturacaktır. Bu yaklaşımla, eğitim tamamen piyasa vicdanı ve ahlakına teslim edilmiş olacak. Üniversitelerden, sadece piyasa için bilim üretmesi ve sermayenin gereksinim duyduğu elemanları yetiştirerek, zamanında işgücü piyasalarına dâhil etmesi beklenilen böylesi bir dönemde, YKS yerleştirme sonuçlarının da sadece kontenjanların doluluk oranına göre tartışılması şaşırtıcı değildir.

NE YAPMALI?

Üniversitelerin toplumsal ve siyasal yaşam üzerindeki etkisi yadsınamaz. Bir ülkede demokrasiden söz edebilmek için adil ve bağımsız yargı, gizli ve eşit oy hakkı, bağımsız basın vb. pek çok kurumun olması gerekir. Tüm bunlarla beraber, gerçek ve işleyen bir demokrasi için soran, sorgulayan, tüm güçlüklere rağmen gerçeğin peşinden hiç ayrılmayan, insan, doğa ve toplum yararına bilim üretmekte ısrar eden üniversitelerin varlığı vazgeçilmezdir. Anayasa mahkemesi kararı sonrasında, bir yerlerden talimat almışçasına bildirilerin yayınlandığı bir dönemde, kurumsal özerkliği olan üniversiteler için mücadele etmek önceliğimiz olmalıdır. Bununla beraber akademik özgürlükler güvence altına alınmadığı sürece, üniversitelerin egemenle olan bağımlılık ilişkisi sonlanmayacaktır. Yükseköğretime geçiş ve üniversitelerde yaşanan sorunların en azından çözümüne başlamak için;

12 Eylül ürünü olan YÖK’ün kapatılması,

Üniversite yönetimleri, rektör dâhil, üniversite bileşenlerinin tamamının katılımı ile belirlenmesi,

Yükseköğretim yasasının tüm tarafların katılımı ile yeniden yapılması,

Üniversite kontenjanlarının piyasanın gereksinimlerine göre değil, insanın, çevrenin ve toplumun ihtiyaçlara göre belirlenmesi,

Ortaöğretimden yükseköğretime geçişin, öğrencilerin eğitim hakkını önceleyen, piyasanın her tür müdahalesine karşı korunaklı bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.

Unutmamak gerekir ki üniversite susarsa toplum susar, üniversite kaybederse hep beraber kaybederiz. O nedenle, insan, doğa ve toplum yararına bilim üreten, gerçeği arayan üniversiteler ve tüm öğrencilerimizin eğitim hakkı için mücadele zamanıdır.