Kavukçu’nun şimdi ve dün, gerçek ve düş arasında yarattığı belirsizlik içinde düşüş gözden kaçırılmamalı, çünkü düş de bir düşüş değil midir?

Düş ve düş(üş) arasında

KAAN TANYERİ

Cemil Kavukçu, yeni bir öykü kitabıyla edebiyatımızı zenginleştirmeye devam ediyor. Bir kısmının da minimal olduğu on iki öyküden oluşan Balyozla Balık Avı, an ve anıların bileşkesinde okuyucuyu yakalayıp onu kendi derinliklerine götürüyor.

Balyozla Balık Avı öyküsü, diğerlerine göre daha fazla dikkatimi çekti. Sanırım yazar açısından da bu öykünün ayrı bir değeri olmalı çünkü hem ismini kitaba vermiş hem de kitabın ilk öyküsü… “Bu mayıs öncekilere benzemiyor” cümlesiyle zamanı vurgulayarak başlayan öyküde Kavukçu, öykü karakterinden bir örnek sunuyor bize. “Karanlık, puslu, sıkıntılı kış ayları, içkili-borçlu günler, birkaç iyi insan dışındaki seviyesiz ilişkiler”den bıkan, yorulan anlatıcı; rahatlamak, huzur bulmak ister. Ruhunu uzun bir tatile çıkarmak için döndüğü köyünde taşra yaşamına başlar. Tezek kokuları, kümesler, koyunlar, ağaçlar, traktörler… Tüm bunlar, şehrin verdiği hasarları giderecek doğal güzelliklerdir.

Sohbet sırasında balyozla balık avlandığını öğrenen anlatıcı, belli etmemesine rağmen derinden etkilenir ve kâbuslar görür. Balıkların toplu intiharlarına neden olan balyoz, hikâye boyunca bir yer altı suyu gibi akar gider ve kitabın son öyküsü olan İprik’te yeniden yüzeye çıkar. Kendi isteğiyle bir kirpiye dönüşen anlatıcı, dere kıyısına bırakıldıktan sonra balyozla balık avlayan iki Bulgar muhacirine yakalanır. Şimdi ölüm sırası kirpidedir. Kirpi, balyozla öldürüldükten sonra sözcüksel düzeyde bir ironi ortaya çıkar. ‘Kirpi’ sözcüğü, balıklar gibi ters döner ve artık kirpi değil, iprik olur.

Üzerinde en çok durmak istediğim konu da aslında kirpi ve iprik arasındaki ilişki. Kirpi ve kirpinin tersten yazılışı olan ‘iprik’ bize ne anlatır? Bu ters yazımlar, belki Kavukçu’nun öykü anlayışındaki gizi aydınlatmak için kapı aralayabilir. Metin Celâl’in de işaret ettiği üzere, Cemil Kavukçu’nun öyküleri ve diğer kitapları bir şekilde ilinti içindeler. Önemli olansa iz sürmek… Ters yazılı kirpi ve iprik bağlantısını balyoz darbesiyle sersemleşip ters dönerek su yüzeyine çıkan balıklar örneğiyle destekleyebiliriz. Yaşamdaki terslikleri görmek, bunların ayrımında olmak Kavukçu’nun öykü özelliği. Bunu Andre Gide’den miras almış olabilir mi? Kısa bir süre önce okuduğum O Vakıt Son Mimoza (2015) kitabının epigrafında Gide’nin şu sözlerine yer vermişti yazar: “Balıklar karınları yukarı doğru ölürler ve yüzeye çıkarlar; bu, onların düşüş biçimidir.” Balyozla Balık Avı ise bu epigrafı takip eden, âdeta ona adanmış bir kitap. Peki, bu sözü takiben Kavukçu’nun yeni kitabının bir düşüş kitabı olduğunu söyleyebilir miyiz? Anlatıcı, düşmemek için köyüne dönmüş olabilir mi ya da Atbaba öyküsünde “Sol gözümü de kapadım. Görülecek ne var ki” demesi, bu düşüşe şahitlik etmek istemesinden kaynaklanabilir mi? Ya da Anma Arkadaş, Özel Gün, He, Bir An ya da Her An İçin öykülerindeki birer birer eksilmeler; bu düşüşün göstergeleri olabilir mi? Kuşun Kanadında ve 21. Cadde öykülerindeki acizlik, düşmekten başka ne olabilir? Hastaneler, ölümler, içki masaları, suskunluklar, bunalımlar, belki de düşler… Hepsi de düşüşün farklı fotoğraflarıdır. Tüm bu düşüşler ise modern çağın açtığı yaralardan sadece biri…

Akıcı, sade ve özgün üslubuyla tanıdığım Cemil Kavukçu’nun öykülerinde düşüş, üzerinde ısrarla durulması gereken bir kavram. Düşüşün nerede, nasıl ve ne zaman belirdiğini tespit etmek için bir arkeolog titizliğiyle çalışılmalı. Yazarın şimdi ve dün, gerçek ve düş arasında yarattığı belirsizlik içinde düşüş gözden kaçırılmamalı, çünkü düş de bir düşüş değil midir ki zaten?