Bir toplum, karmaşık bir varlıktır ve içinde çelişkiler barındırır. Hiçbir şey göründüğü kadar kötü ya da iyi değildir. Aslında bu bakışı hemen hemen her olaya ve duruma uyarlamak mümkün. Şu an her şey daha kötüye gidiyormuş gibi düşünebilirsiniz, ama bu kötüye gidiş, içinde başka iyi şeyleri barındırıp güçlendiriyor olabilir. En azından, geçmişten günümüze gelen yanılsamalara neden olan pek çok yapı, çözülüp dağılıyor; yerlerine daha sağlam ve esnek yapılar, bakışaçıları gelebilir, akademiden medyaya…

Atanmış rektörler, son 20 yıldır zaten çok ciddi sorunları olan akademik dünyanın yaşadığı değişimin bir sonucu. Bu değişimi ve sonuçları edebiyattan siyasete hemen hemen her alanda görmek mümkün. Ya da ana akım medyanın durumu, aynı zamanda son yirmi yıldır taşıdığı paternlerin bir sonucu değil mi? Hiçbir şey birden olmadı. Bu çoraklaşma ve hayal kırıklıkları, belki de başka olanaklar ve zeminin doğuşuna hazırlıyor toplumu, bunu hep birlikte göreceğiz. Ama asıl sorunun, toplumun ve tek tek bireylerin yaşadığı hayal kırıklıklarıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Psikoterapinin popülerleşmesinin de bu hayal kırıklıklarıyla bir ilişkisi olduğu kesin. Fakat psikoterapi ve kişisel gelişimde görülen popülerleşme, Ian Craib’in de ‘Hayal Kırıklığı’ kitabında ‘biz’ diye tanımladığı, az çok eğitim almış, ekonomik durumu ortadan iyiye doğru geniş bir yelpazeye sahip bir kesimle ilgili daha çok: “Makul bir eğitim almış, nispeten belirsiz bir geleceğe sahip olanlarımız; hali vakti yerinde olandan nispeten fakir, ama bütünüyle kapana kısılmamış olana uzanan bir yelpaze. Bu kategoriye girmeyen birçok insan var: Sürekli hayal kırıklığına uğramış, yaşamı genellikle bir günü daha devirme mücadelesinden öteye geçmeyen ve geleceğe dair seçenekler oluşturmak için çok az malzemeye sahip olanlar. Böyle insanlar çoğunlukta olabilir; korkarım ki varlıkları, hayal kırıklığından kaçınmaya çalışan bizler için adeta daimi bir tehdittir.”

Böyle diyor Craib, popülizmin bütün dünyada yükselip hangi noktaya geleceğini yıllar öncesinden öngörerek. ABD’de Trump’ın etrafında toplaşan milyonlarca insanın büyük bir kısmını, böylesi bir hayal kırıklığı yaşayanlar oluşturuyordu. ABD’de eğitim oranı düşük yerlerde Cumhuriyetçiler öndeydi, metropoller ve kısmen zengin olan bölgeler çoğunlukla Demokratları destekliyordu.

Önümüzde duran asıl sorun, bu dünyadan ve yaşamdan neler bekleyebileceğimize dair yaşanan bulanıklık. Eğer neler bekleyebileceğimizi ve arzulayabileceğimizi bilirsek, yaşamla olan bağımız da, hayal kırıklığına olan tahammülümüz de o denli güçleniyor olacak. Bir başka önemli nokta da, sürekli hayal kırıklığına uğramış ya da uğratılmış, günü kurtarmak ve hayatta kalmak için sürekli mücadele etmek zorunda bırakılan çoğunlukla nasıl bağ kurulacağı... Şu anki iktidar, geniş yığınların hayal kırıklıklarını değerlendirerek bu noktaya geldi ve şimdi kendisi neden olduğu hayal kırıklıklarıyla sonunu hazırlıyor. Bundan kurtulmak için de yaşanan hayal kırıklıklarının sorumluluğunu başkalarının üzerine yıkmaya çabalıyor.

Tüm bunlar yaşanırken‘Bir Başkadır’ gibi TV dizilerinde tanık olduğumuz gibi psikoterapinin ve kişisel gelişim endüstrisinin hiç olmadığı kadar popüler olduğu bir dönemi yaşıyor oluşumuz, bana oldukça anlamlı geliyor, bütün bu hayal kırıklıklarını düşündüğümüzde. Bu popülerleşme, içinde bilimsel olmayan psikoterapi pratiklerini taşıyor olsa da bazı kavramlara ve düşüncelere aşinalığın artmasının olumlu yanlarını da gözlemek mümkün.

Yine de psikoterapiye ve kişisel gelişim endüstrisine artan bu ilgi, sanki istersek kendimizi yeniden yaratabileceğimize, kendimizi ifade edebildiğimiz alanlara sahip olduğumuzda kendimizi gerçekleştirebileceğimize dair böylesi bir inanç, kendi içinde hayal kırıkları da taşıyor. TV dizilerinde gösterildiği ya da popüler kitaplarda anlatıldığı gibi, üç beş seansta kimse sorunlarını çözemez, yeni biri olamaz. Bunun için ciddi bir emek gerekiyor. Hem sadece kendinizi değiştirmeniz, kendi farkındalığınızı arttırmanız da yetmiyor, toplumsal meseleler, içinde yaşadığımız duygusal atmosfer de pek çok şeyi belirleyebiliyor.

Şu an yaşanan süreçte, umutlarından ve hayallerinden daha fazla hayal kırıklığı yaşamamak uğruna vazgeçenler olabilir. Çünkü hiçbir şeyden emin olunamıyor ve olaylar üzerine düşünmek sanki faydasız bir çaba gibi algılanabiliyor bugünlerde. Bu da o kişilerin içsel yaşamınının boşalmasına, kinik bir yaklaşımla her şeyi manipüle ederek kendini içinde bulunduğu sosyal mesellerden izole etmesiyle sonuçlanabiliyor. Her şeye rağmen dirençle, toplumsal gerçekliğimizi kabul edip ama ona teslim olmadan, düşlerimizi gerçekleşmesi imkansız şeyler gibi değil de gerçekleştirmek için yola çıktığımız hedefler olarak görmeye devam etmek, en sağlıklı tutum gibi geliyor bana.