RTE-AKP’nin kutuplaştırma değil, düşmanlaştırma siyaseti uyguladığının altını bir kez daha çizmek gerekiyor. Toplum sadece ikiye bölünmüyor; topluma içinizde düşmanlar var, o düşmanların beni eleştirdiğine bakmayın hedefleri sizsiniz, diye sesleniyor. Farklı görüşlerde kümelenmiş bir toplum değil muradı, içimizde düşmanlar var hissini kışkırtmak.

Propaganda makinası düşmanı, krizin asli sorumlusu olarak gösteriyor. Yapamıyorum değil, yapmamı engelliyorlar! Düşmanları temizlememe yardım edersen sana vaat ettiklerimi gerçekleştirebileceğim, diyebiliyor.

Covid 19 salgını ile mücadelede iktidarının uygulamalarını çok başarılı diye anlatırken, salgının yayılmasından sokağa çıkan, kalabalık ortamlara giren ve maske takmayanları suçlaması, tam da bu yüzden. Aynı nedenle kongrelere katılanlar da salgının yayılmasından kendilerini sorumlu tutmuyorlar. Kayseri Belediye Başkanı, kongre salonundan kurallara uyun diye twit yazarken kendisinde bir çelişki görmüyor. Çünkü Covid 19’u “sadece düşmanlar” bulaştırıyor. Reis’in yanındaysan düşman değilsin!


BİLİNÇLİ Mİ ÇARPITIYOR?

Asıl soru şu; düşmanlaştırma bilinçli mi yoksa kendisine karşı olan herkesi o da hakikaten düşman olarak görmeye mi başladı. Seçimle yönetme yetkisi almış bir iktidarın uygulamalarına yönelik eleştirileri “millet ve devletin” eleştirilmesi olarak görmesi basit bir alicengiz oyunu mu, yoksa hakikaten kendisini devletle özdeşleştirmiş olduğunun kanıtı mı?

Her eleştiriyi “darbe kışkırtıcılığı” olarak tanımlaması, kendisine darbe yapılacağından gerçekten çok korkmasından mı, yoksa çarpıtma stratejisini bilinçli mi oynuyor?

Demem o ki, yapıp ettikleri üzerinde kontrolleri var mı, yoksa ipin ucunu kaçırmış durumdalar mı?

RTE- AKP’nin içine düştüğü bu hal yeni değil. 2015 Haziran seçimleri sonrası da benzer bir süreç işlemişti. Haziran- kasım 2015 arası, seçimler yenilenene kadar “bir kaos” yaratarak istediğini almıştı. O zaman da bile isteye mi yapıyor, yoksa iktidarı bırakmamak için her yolu dener mi, sorusu tartışılmıştı.
“AKP’nin tek başına iktidarı ‘demokratik seçimle’ kaybetmiş olmayı kabullenmektense, iktidarı ne pahasına olursa olsun elinde tutmak için gözünü kararttığı herkesin malumu. AKP ve RTE, sanki ‘ben varsam barış var, ben yoksam ölüm’ diye bir ilke bellemiş. Ne zaman iktidarını sağlamlaştırdıysa demokrasi, barış, çözüm müjdeleri veren AKP, şimdi en alakasız bakanının bile ‘köklerini kazıyacağız’ naralanmalarıyla sarsılıyor. Bu koşullar altında onların savaşmaktan başka çareleri yok ve istediklerini alana kadar durmayacakları belli. Duramayacaklar da. Öyle bir kötülüğe bulanmış durumdalar ki, iktidarlarının en küçük parçasını bile paylaşmaya kalksalar düşüşlerinin kaçınılmaz olduğunun ayırtındalar. Sus payı verebilecekleri sadece MHP var.”

2015 Ağustos’ta yukardaki satırları yazarken, sonuna kadar dur(a)mayacak, demiştim. Hiç değilse adı parlamenter sistem olan o dönemde bile gözünü o denli karartabilen RTE-AKP’nin, bugün elindeki “sonsuz” gibi görünen yetkiyle başka türlü davranmasını beklemek ham hayal.

6 yıl önce makyajı görece iyi ekonomik koşullarda ve Meclis görünürde bile olsa çalışırken “istediğini” almıştı. Bugün içinde bulunulan derin ekonomik ve toplumsal krizin asıl sebebi o gün istediğini almış olması. Durumu asıl tehlikeli kılan ise RTE-AKP’nin bunun bilincinde olmak bir yana, iktidarını koruyabilmesinin tek yolunun 2015 yılında uyguladığı yöntem olduğunu düşünmesi.

DAHA ÇOK BASKI DAHA ÇOK YETKİ

Başka türlü davranmayı hem bilmediğinden (fıtratında yok), hem de bugüne kadar uyguladığı yöntemin hep kazandırdığını düşündüğünden, Boğaziçi protestocuları ile emekli amiralleri bir ve aynı “düşman” olarak görüyor, gösteriyor.

Durmayacak, duramaz da; ama bilinçli düşmanlaştırmadan hakikaten düşmanlarım vara olan akışın yönü herkes bana düşmana doğrudur. Benden başka herkes bana düşmandan sonra ise ben kendime düşmanım gelir.