Son yıllarda izlediğim filmlerin arasında en güçlüsü Emin Alper’in yönettiği Tepenin Ardı’ydı diyebilirim

Son yıllarda izlediğim filmlerin arasında en güçlüsü Emin Alper’in yönettiği Tepenin Ardı’ydı diyebilirim. Uzun uzadıya filmin barındırdığı çeşitli ve zengince işlenmiş toplumsal temaların tümüne değinmiyorum, görmeyenlere filmi ısrarla öneririm. Yalnızca ana mesajda da geçen “hep bir düşman vardır” meselesine kısaca bir dokunup geçmek isterim. Bunun aktüel gündemde olup bitenlerin büyük kısmını açıkladığını düşünüyorum çünkü. 

Film, beşi erkek altı karakterin köyde bir arada geçirdikleri hareketli günlerin hikâyesidir. Karakterlerin sorunlarıyla yüzleşmekten kaçışları, aralarındaki grift ilişkileri sorgulamamaları, üstünlük kurma çabaları, birbirlerinin arkasından iş çevirirken her şey normalmiş gibi davranmaları... Tümü tek bir şeyle mümkün olmaktadır; ortak düşman algısı. Düşmanı görmeyiz, var mıdır yok mudur o bile belli değildir. Ama tüm hayatlarını bu düşmana göre kurgulamışlardır, her adımlarını düşmana göre atmaktadırlar. 

Düşmanın olup olmaması da önemli değildir aslında, çünkü düşman hepsinin işine yaramaktadır. Düşman kullanılmaktadır. Biri otoritesini kurup temellendirmek için, biri tecavüzü dahi gizlemek için bu düşmanı kullanacak, biri itaat duygusu ve maddi çıkarı gereği düşmanın varlığından şüphe duysa da duruma uyum sağlayacak, bir diğeri aksiyon merakı için düşmanın varlığından hoşnut olacaktır. Ortak düşmana karşı seferberlik her pisliği örtecek, her sorunu öteleyecektir. Düşmanın gerçek olup olmadığı önemini kaybetmiştir, o her zaman tepenin ardındadır ve gereklidir.

HALIDA HAYALİ BİR CANAVARLA BOĞUŞAN ÇOCUKLAR GİBİ... 
Geçenlerde gazete manşetlerini irkilerek okuduğum bir haber süslüyordu; “O da kaçtı.” Haber bir savaşın ortasında kazanılmış ara zaferi müjdeliyordu. “Leman Sam da tıpkı hain tavrından dolayı milletin tepkisini çeken Memet Ali Alabora gibi çareyi ülkeyi terk etmekte buldu” minvalinde cümleler barındırıyordu. Haberin doğru olup olmadığını bilmiyorum, önemli de değil. Ama her haliyle korkunç. 

Biliyorsunuz Leman Sam Kurban Bayramı’nda hayvanlara olan bakışı çerçevesinde onları kesmeyi insan kesmekle benzer bulduğunu belirten tek bir tweet atmış, ardından büyük bir sözlü taarruza maruz kalmıştı. Alabora da Gezi Direnişi sırasında verdiği CNN röportajından beri aynı kesimin radarındaydı zaten. İkisinin de ifade biçimi ve hareketlerine, dediklerinin içeriğine, doğrusuna yanlışına değinmiyorum, çünkü konu bu da değil. Konu bir tweetten ya da bir röportajdan “işte bunu da kaçırdık, bir büyük düşman daha seferberliğimiz sonucunda yerle yeksan oldu, çok yorulduk ama yine biz kazandık” noktasına nasıl gelinebildiği. 

Tepenin Ardı’ndaki “ortak düşmanın işlevi” hususunu öne çıkarmamın nedeni biraz bunu anlamak içindi. İktidarın bir numarası var. Sürekli bir düşman buluyor, bulamazsa yaratıyor. 12 yılda oyunu artırmış olsa da ayyuka çıkmış, üzerine yapışmış onlarca kara lekenin rahatsızlığını ötelemek için bulabildiği yegane yöntem bu. Bir tweetten, bir röportajdan, bir el hareketinden, bir bakıştan düşman yarat, arkandakileri bu düşmana karşı birleştir, konsolide et, milyon tane insanı halıda hayali bir canavarla boğuşan çocuklara çevirip seni sorgulamalarını engelle ve sonunda zafer ilan ederek onların tatminini sağla. 

Kürtler olur, Aleviler olur, solcular olur, Ermeniler olur, sanatçılar olur, yeri gelir İstanbul Boğazı’nın altında yatan bir canavar uydurulur, yeri gelir varlığından kendisi bile habersiz bir kaos lobisi bulunur. Yalnız son 12 yıl için değil öncesi için de her yoz gücün en büyük marifeti olmuştur düşman keşfetmek. Kime karşı seferberlik ilan ettiğinin bir önemi yok, yeter ki sırtını yaslayacak bir düşman olsun, onu gizleyecek bir tepe olsun.

Defalarca tanık olduk bu döngüye. Yoksa bir tweete karşı onlarca köşe yazısı, bürokratından başbakan yardımcısına kadar yapılmış tonla haset açıklaması, binlerce tehdit mesajı nasıl açıklanabilir? Temelsiz bir gücün kendini ayakta tutabilmesi için her zaman düşmana ihtiyacı vardır.