Bundan dört yıl evvel Kuzey Irak'ta bir şehre "özel görev" ile gönderilen bir MİT ekibi, kaldıkları hotele gelen PKK'lılar tarafından rehin alındılar. PKK'lıların "gizli" görevde olan MİT personelini tanımaları, güpegündüz bir hotelden almaları -hemen bir ihbarın varlığını akla getirse de, bu ihtimal hiç araştırılmadı-, Irak ile diplomatik bir krize bile dönüşmedi. Kol kırıldı, yen içinde kaldı.

PKK bir süre sonra bu kişilerin ellerinde rehin olduğunu ve itiraflarda bulunduklarını yayınladığı videolar aracılığıyla duyurdu. Görüntülerde perişan vaziyetteki bazı kişiler, istihbarat örgütündeki konumları ile Irak'a niçin gönderildiklerini ve planlarını anlatıyorlardı.

Olayın geçtiği yıla dikkat edelim: 2017 yazı. "Açılım tiyatrosu" epeydir kapatılmış halde. Bir kaç gün evvel Erdoğan'ın "müjdem var" dediği havaya benzer bir hava o yaz da estirilmek isteniliyor muhtemelen. MİT mensupları -muhtemelen Erdoğan'a bir "müjde verme" adına- Kuzey Irak'a bir operasyona -ya da "paketlemeye"- gönderilmiştiler. Ama orada hiç beklemedikleri -ve belki hiç bir zaman anlamadıkları- bir sonuçla karşılaştılar.

Kaçırılan MİT personelinin birinin ailesinin ricasıyla devreye girdim. Örgüte ulaşacak kimi kanalları zorlamak istedik. Bölgede bazı siyasetçiler aracılığıyla kimi yerlere ulaşmak istedik. Onlarla "konuşmaya" ve ellerindeki rehinelerin durumunu öğrenmeye ve daha sonra bir şey yapmanın mümkün olup olmadığını anlamaya çalıştık.

Ailenin MİT kanalından herhangi bir şekilde bilgilendirilmediğini, PKK elinden alınarak sağ-salim eve dönmesi için bir planlama olup olmadığını dahi bilmediklerini gördüm. Bize gelince: Yaptığımız görüşmelerden anladık ki, PKK bu kişileri "bir pazarlık malzemesi" olarak görüyor. Örgüte göre, onların başta yaşamları, sonra sağlıkları ve esenliklerinden endişe etmeye gerek yoktu.

Pek çok devlet bir çatışma durumunda düşmanla konuşur. İrlanda'dan Filistin'e bu böyledir. Anlaşmalar da imzalar: "Hayırlı Cuma" (Good Friday) böyledir. AKP'nin bu bahiste yaptığı şey, İmralı-Kandil arasında bir oyalamacadan ibaretti (İmralı'da yatan Apo'nun ise en baştan beri tek gündemi kendi konforuydu). Sonra, milletvekillerinin ve avukatların hapse konduğu ve SİHA'ların başrolde olduğu "Sri Lanka tip çözüm" hayata geçti ve örgüt neredeyse askeri olarak yok edildi (Ama hakkını yemeyelim: AKP, IŞİD'e rehin düşen Musul Başkonsolosumuzu ve personelini kurtarmak için Ekim 2014'te cezaevinde yatan 180 IŞİD'liyi onlarla takas etti).

2015'te "masanın devrilmesi" sonrası neler oldu, hatırlayalım: "Ceylanpınar Katliamı" yaşandı. PKK birkaç kez bu cinayetleri üstlendi/reddetti. AKP, "açılım yılları" boyunca zaten bölge kentlerinde askeri karakollar inşa etmişti. PKK'nın ise "barış" adına yaptığı en organize iş, bölgede tüm şehirleri "silah deposu"na çevirmek, 2015 yazından itibaren ise "hendek savaşları" yoluyla yüzlerce masum insanın da öldürüldüğü bir terör kampanyası oldu. Neticeten 7 Haziran-1 Kasım 2015 arası, Davutoğlu'nun "açmayın bana o defterleri" dediği dönemde yaşananlar sonucu, 7 Haziran'da yenilmiş olan AKP bir kere daha tek başına iktidar oldu. Bu, Öcalan'ın, "10 yıldır Erdoğan'ı ben iktidarda tutuyorum" lafının bir devamı ve doğrulanmasıydı.

İşte o MİT'çiler bahsettiğimiz bu dönemin kurbanları, dört yıllık esirliklerinin Gara bölgesindeki operasyonla son bulduğu az evvel anlaşıldı (14 Şubat saat 16.00). PKK mi katletti, başka türlü mü ölüme gittiler, henüz belirsiz (Hulusi Akar, PKK'nın bir mağarada tuttuğu bu kişileri kurşuna dizdiğini açıkladı).

Ama bahsi geçen MİT personelinin eve dönmesi, hatta yaşamlarının korunması için AKP tarafından herhangi bir çaba harcanmadığını biliyoruz. PKK'nın ise feodal hukuka dahi uymadığı görülüyor. Bu durumlarda bizim aşiretler hukuku -asgari-, "taxtê ho bırıznê, baxtê ho merıznê" der (Evini yık, bahtını yıkma). Rehin polis, asker ve istihbaratçıyı çatışma ortamına sokan, adeta "canlı kalkan" olarak tutan bir örgüt, aşiret hukukuna dahi yaklaşamaz.