İnsanlar durup düşünerek verdiği kararlarla yaşıyor gibi görünüyor ama tersine, düşünce, yaşanan koşulların sonucu olarak ortaya çıkıyor. Marx’ın dediği gibi, “İnsanlar düşündükleri gibi yaşamazlar, yaşadıkları gibi düşünürler.”

Düşünmek, inanmak
Fotoğraf: Ender Macun

Zafer Köse

Babil ve Asur tarihiyle ilgili kitabında Leonard W. King, 4.500 yıl önce Sümer sanatındaki bir gelişmeyi anlatırken, “İnsan tanrısını kendi suretinde oluşturur” diyor (Çeviri çalışması tamamlandı, kitabı yayına hazırlıyoruz). İnsandaki tanrı imgesi açısından diyor bunu. Anıtlardaki ve tapınaklardaki figürler…

Tabii, tanrı olgusuna tanım veya anlam açısından bakınca konu daha karışık hale geliyor. Belki 18. yüzyıldan sonrası için, “İnsan, tanrısını, para kazanma yolunda mecburen işlediği günahlarını aklayan bir sığınağa dönüştürdü” denilebilir. Veya “Birilerinin zenginleşmesi için yoksullaşan kitlelerin avuntusu…” Başka görüşler de dile getirilebilir elbette. Ama her durumda, tanrının tanımını ve işlevini oluşturan, insandır. İnsan düşüncesi, inancı…
Böyle kitaplar dolusu büyüklüğünde bir konuyu incelemek için, her şeyden önce, “düşünmek” ve “inanmak” kavramları üzerinde durmak gerekecektir. Biz de şimdilik bununla yetinelim. Kısaca…

Koşulları içindeki insan

İnsanlar durup düşünerek verdiği kararlarla yaşıyor gibi görünüyor, ama tersine, düşünce, yaşanan koşulların sonucu olarak ortaya çıkıyor. Marx’ın dediği gibi, “İnsanlar düşündükleri gibi yaşamazlar, yaşadıkları gibi düşünürler.” Bir kişinin düşünceleri, bazen hiç farkında olmadan, hatta kendini de kandırdığı bazı gerekçelerle oluşur. Bazen de açıkça çıkarsal tavırlar almaya uygun biçimde kişilik özellikleri gelişir. Aslında kişilikler de, inançlar ve düşünceler gibi, insanın yaşadıklarının sonucunda şekillenir.

Schopenhauer “İnsan istediğini yapabilir, ama istediğini isteyemez” diyordu. İnsan ne giyeceğini, ne kadar örtüneceğini, hangi romanı, hangi müziği seçeceğini, hangi amaç için ne kadar uğraşacağını… Hepsini kendi tercihi olarak uygular ama o tercihlerin oluşum sürecine pek etki edemez. İstediği o şeyi neden istediğini bilemez. Zaten çoğu durumda, onca uğraştığı bir amacı gerçekleştirdikten sonra, hayal ettiği o eşyaya veya pozisyona sahip olmak, birden anlamsız hale gelir. Çünkü kendi iradesini gerçekleştirmemiştir, bir şekilde istemesi sağlanan bir amaca ulaşmıştır sadece.
İnsan koşullarının ürünü olduğuna göre; ancak düşüncelerini, duygularını, karakterini oluşturan dinamikleri fark edebildiği oranda koşullarını aşabilir. Hani, köleliği aşmak için köle olduğunu fark etmek gerekir ya, öyle bir konu bu da; insanın düşünerek yaşayabilmesi için, öncelikle, öyle yaşamadığını anlaması gerekir.

Düşünmek

Düşünce, “dış dünyanın insan zihnine yansıması” diye tanımlanıyor sözlüklerde. Ama bu yansıma, basitçe ve kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Verileri inceleyerek, bilgileri karşılaştırarak, olgular arasındaki ilişkileri dikkate alarak yürütülen bir üretim süreciyle gerçekleşiyor.

Her türlü zihinsel etkinliğe düşünmek denebilir mi? Günlük hayatında insanlar genellikle kafalarındaki doğruları kanıtlamak için bazı zihinsel etkinliklerde bulunuyorlar. Dinsel inancına kanıt geliştirmeye çalışıyorlar, politik amaçla karşısındakini ikna edecek sözler arıyorlar, eşiyle anlaşamadığı bir uygulamada veya işyerinde alınacak bir kararda görüşlerini kabul ettirmek için çırpınıyorlar… Düşünmek, sıkça “görüş bildirmek” ile karıştırılıyor.
Görüş, bir yargıya varmış olmakla, fikir oluşturma sürecini tamamlamakla ilgili bir kavram. Sahip olunan bir şeydir görüş. Neyin doğru, zararlı, güzel olduğuna dair kanaatlerinizdir. Düşünmek ise “görüş”e giden yol, varacağınız yere doğru seyahat, bir etkinlik, bir süreç…

Düşünme cesareti

Düşünürken amacınız elbette bir görüş geliştirmek, zihinsel yolculuğunuzu tamamlamaktır. Ama düşünce yolculuğuna, nerede ve nasıl olduğunu bildiğiniz bir mekâna gider gibi, zaten var olan bir görüşünüzü kanıtlamak için çıkamazsınız. Nereye varacağınızı merak ederek, bir serüvene atılarak düşünmeye başlayabilirsiniz. Aslında, varacağınız nokta diye hazır bir yer yoktur; ulaşacağınız hedefi, yolculuk sürecinde yaratırsınız.

Yolculuğa başlamak için mutlaka bir ortam, bir yol gerekir. Düşünmeye başlamak için de elbette bazı dayanaklar, bazı kabuller gerekir. “Doğru” diye kabul ettiğiniz bir şeyler olmadan başlayamazsınız düşünmeye. Kafanızdaki kanaatler ve sahip olduğunuz fikirler sayesinde yola çıkabiliyorsunuz. Zihinsel bir seyahatin ilk hareketini, düşünmek kavramına aykırı olan bu sınırlamalar sağlıyor.

Bildiklerinizin çok olması elbette bir avantajdır, ama ancak onları feda etme ve bilinmeze doğru yürüme cesaretiniz varsa, düşünme yeteneğiniz gelişebilir. Bu nedenle de, en çok cesaret ile ilgili bir etkinliktir düşünmek. Gerçeği görmeyi göze almak cesareti yoksa zihin özgür olmayacaktır. Özgür olmayan zihnin yaptığı şey ise, sahibinin beklentilerini karşılamaktan ibaret kalabiliyor.

Olumlu ve olumsuz inanç

Harari, Sapiens tarihini anlatırken, sosyalizmden bir inanç olarak söz ediyor; olumsuz bir tonda “inanç” diyor. Peki, hiçbir şeye inanmadan yaşamak mümkün mü? Daha önemlisi, “bir şeyi doğru olarak benimsemek” diye tanımlan inanç her durumda kötü müdür?

İnanmak, düşünmeye engel olduğu durumda zararlıdır. Kötüdür. Düşünmeye başlamadan önce o konuda bir doğruyu benimsemiş olan kişi, zihinsel etkinliğini, hedeflediği o belli sonuca ulaşmak amacıyla yürütecektir.

Ne var ki, hiç kimsenin bilgi birikimi ve düşünme yeteneği her konuda her zaman sonuca ulaşmaya yetecek düzeyde olamaz. Ama önceden belirlemediği bir sonuca ulaşmak için zihinsel etkinlikte bulunan kişi, düşüncelerinin doğrultusunu ve sınırlarını ortaya çıkarabilir. Yetersiz kaldığı yerden itibaren, o doğrultuda inançlarını geliştirebilir. Bu şekilde ortaya olumlu inanç çıkar, diyebiliriz herhalde.

Örneğin, daha güzel bir dünya kuracağımıza inanırız. Bu, boş bir inanç değildir. Her türlü olumsuzluğu görerek, hatta gidişatın kötü yönde olduğunu fark ederek, bu koşullarda ne yapılabileceğini belirleriz. Bir araya gelmek, mücadele etmek ve kazanmak için, şu anda mümkün olmayan hayalimize doğru ilerlemek için, hemen şimdi mümkün olan adımları atarız. Bildiklerimize dayanan düşüncelerimizin devamı niteliğinde yaratırız inancımızı.
Muhtaç olduğumuz kudret, düşüncelerimizin güzelliğine ve doğruluğuna duyduğumuz inançta mevcuttur.