“Lirik Baladlar” başlıklı yazımda (BirGün, 23 Ekim 2012 ) Geoffrey Hartman’ın Wordsworth’un şiiri üzerine ilk dönem yorumlarını özetlemeye çalışmıştım. Bu kez hem söz konusu şiiri 70’lerdeki yeni okumalarına, hem de yaklaşık aynı dönemde Derrida’nın düşüncesiyle ilk sıcak temasına, bu temasın sonucu olan Saving the Text (Metni Kurtarmak) başlıklı kitabına kısaca değineceğim. Holokost konusundaki savları ise üçüncü bir yazının konusu.

Hartman, Wordsworth açısından Düşüş’ün, cennetten kovulmanın insanın temel deneyimi olduğunu belirtir. İnsan olmak kaybetmeyi deneyimlemek, ait olduğu dünyadan koparılmaktır. Wordsworth’un şiiri bu kaydedişi kaydeder. Doğayla yakın bağ kurarak kaybı kısmen telafi eder. Doğayla kurduğu güçlü bağlar sayesinde geleceği düşler. Milton, “mutlu Düşüşü”ten söz ediyordu ; çünkü kovulma bir cezalandırma, yoksun  bırakma olduğu denli kurtuluşu da olanaklı hale getirir. Wordsworth da paylaşır bu düşünceyi.

Hartman 70’lerin sonunda entelektüel dünyadaki gelişmeler karşısında modern şiir konusundaki düşüncelerini gözden geçirirken Wordsworth’u da yeniden okudu. Yeniden okurken onun şiirinin çağdaş dünyada yankılanmasını sağladı. Yankılanan bu şiir bir tür zihinsel ekolojiydi. Bellekteki azalmayı, eksilmeyi ve boşluk oluşmasını önleyen bir güç.

Suskunluk Hartman’ın yeniden okuma projesinin canalıcı yönü ve kavramıdır. Bartleby’inkine benzer bir suskunluğu kuramlaştırmaya çalıştı. Wordsworth’un şiirinde suskunluğa, çekilmeye dayalı , gücünü bunlardan alan bir etik bulur.
 
Hartman eleştirilen metni kaynak, eleştiriyi ise tali sayan anlayışa karşı çıkar; bunların birbirinden farklı, ama karşılıklı olarak birbirini destekleyen ve besleyen iki metin olduklarını vurgular . Eleştiri konusu metinle arasında tabiiyet ilişkisi olmayan, eleştirilen metni yeni bir yaratıcı metnin başlangıç noktası olarak alan bir eleştiriden yanadır. Aynı zamanda, Hegel’in mutlak bilgi olarak adlandırdığı şeyin sınırlarını yoklamayı, sınamayı da amaçlayan böyle bir eleştiri bir bakıma bizlere Oscar Wilde’ın “sanatçı olarak eleştirmen” anlayışını hatırlatır.

Hartman’a göre eleştiri bir tür edebiyat ,eleştirmen ise sui generis bir yazar. O da tıpkı bir diğer Yale Yapısökümcüsü J.Hillis Miller gibi, edebiyat eleştirisinin eleştirdiği metindeki anlamı bilimsel olarak yeniden üretme iddiasında bulunmayacağını ileri sürer. Eleştirinin farklı , bilimsel bir meta dili yoktur. Eleştiri şiirle, edebiyatla sınırları geçirgen olan yaratıcı bir yazı , “edebiyat hakkında edebiyat”tır.

Hartman edebiyat ve edebiyat eleştirisi arasında bir ortakyaşarlık (sembiyoz) söz konusu olduğunu belirtir. Aynı zamanda, köklerini romantizmde, Schlegel Kardeşler’in geliştirdikleri yaklaşımda,özellikle de Friedrich Schlegel’in sanat ve felsefeyle iç içe geçmiş eleştiri anlayışında da bulan bir eleştiridir bu. Hartman romantizmde fragmanları, özdeyişleri keşfetti , metni fragmanlar halinde değerlendirdi.

Hartman, Derrida’yı izleyerek Aydınlanma düşünürlerinin görmezden geldikleri dildeki müphemliği araştırırken Hegel ve Nietszche arasındaki gerilimi bir önsorun olarak görür. “Halen bizimle olan Hegel”in başlangıç noktasında bulunduğu geçmiş ve Fransız düşüncesinin keşfettiği Nietzsche ile başlayan yeni zamanlar arasındaki gerilimdir bu. Bazılarının “ tuhaf bir filolog “ olarak gördükleri, edebiyat öğrencilerinin “küskün bir hayranlıkla tepki verdikleri”, edebiyat ve felsefe arasındaki Derrida’yı ve “felsefi bir sanat eseri” olarak tanımladığı Glas’ı Saving the Text’de bu gerilim bağlamında okur. (x).

Hartman bir söyleşide Derrida’nın felsefesiyle ancak Glas’ı okuduktan sonra ilgilendiğini dile getiriyordu. 1981 yılında yayımlanan Saving the Text’de Derrida’nın bu deneysel metnini analiz etti. Hartman, kitabın başlığındaki “kurtarmak” sözcüğünün dinsel, mesihçe bir çabaya girişme anlamına gelmediğini vurgular, Glas’ı ‘Kötülük Çiçekleri’nin felsefedeki karşılığı olarak gördüğünü ve bu avangard metnin yapısökümün karşı mantığını akla getirdiğini belirtir.

Finnegan’s Wake’in edebiyatta yarattığı etkinin benzerini Glas’ın felsefede yaratmış olduğunu da ileri sürer. Ortak yönleri, Platonist düzeni, bu düzenin kurduğu hiyerarşiyi ve tanıdığı ayrıcalıkları, görünüşlerin ve orada bulunuşların metafiziğini sorgulamış, yerinden etmeye, yer değişimine ve tescillerin silinmesine yol açmış olmalarıdır.

Glas’ı analiz ederken sorular da ortaya atar. Büyük yazarların metinlerini nasıl koruyacağız? Onlarla ilişkimizi nasıl sürdüreceğiz? Zihni yazıya bağımlılıktan kurtarmak mı gerekiyor?

Derrida Glas’da metni iki sütun halinde sunar. Sayfanın solunda Hegel’in aile, baba otoritesi, aile ve devlet, aile ve din ilişkilerine dair düşüncelerine, bunlar üzerine yorumlara yer vermiştir. Sayfanın sağı ise Genet’nin değişik metinlerinden alıntılara ayrılmıştır. Hegel ve Genet’yi karşı karşıya getirmiştir bir bakıma. Ama, Genet’nin Glas’daki varlığı kendisine ayrılan sağ sütundan ibaret değildir. Daha açık bir ifadeyle, Hegel üzerine yorumlarının içine sızar. Çizgiyi çiğner, anlam adıyla anılan sınırı ihlal eder. Genet bir kez daha hırsızlık yapar, Hegel’den anlam çalar.

Edebiyat ve felsefe arasındaki ayrımın üstesinden gelme girişimi olan Glas’da sadece Hegel ve Genet karşı karşıya gelmezler. Genç Hegelciler’in (Feuerbach Bruno Bauer, Max Stirner) Hegel yorumları, Marx’ın onlara getirdiği eleştiriler Nietzsche’nin Hegel’in düşüncesini altüst edişi de ele alınır. Derrida, Hegel’i tarihsel olarak okumaz. Genet’ye, Nietzsche’ye karşı okur.

Hartman, Glas’daki paralel okumalardan, metinlerin düzenlenişinden, metinler arasında ilişki kuruluş tarzından Nietzsche’nin genç Hegelcilerin belli başlı eleştiri ve temalarını sentezlediği sonucunu çıkarır. Nietzsche’nin Dionysus ve Apollon arasında oynadığı mekik dokuma oyununun böyle bir sentez üzerine kurulu olduğunu ileri sürer.

Hartman, Derrida’nın şakacı bir deneycilikle linguistik gelenekleri altüst edişinde, felsefe ile edebiyatı , bilim ile metaforları birleştirmesinde de Nietzsche’deki bu mekik oyununun bir yansımasını görür. Derrida mekik oyununu oynarken batıdaki bilgi toplama ve aktarma metotlarını, bilginin ansiklopedik bir sistem içinde bütünlenmesini, Hegel’deki mutlak bilgi kavramını sorgular. Dili, bilgiyi, anlamı, kavramı, kodları parçalar, okura bunların ölümlü olduğu duygusunu verir. Zamansal perspektiflerin altını oyar. Bildiğimiz oyundan çok daha fazla süren bir oyundur bu. Eski ve yeni biçimlerle boşlukta sürdürülen, bizleri bu boşluktan yeni anlamlar bulup çıkarmaya teşvik eden, hiç bitmeyen bir oyun.

Derrida okuru birleştirici tek bir temadan, yapıdan özellikle yoksun bırakır.Daha doğrusu, okuru gölgelerle, hayaletlerle, Keats’in bir dizesinde sözünü ettiği “isimleri dudaklarımızda olan ölüler”le baş başa bırakır. Böylelikle yazı “fantastik bir makine”ye dönüşür. Hartman’ın bütün edebiyat türlerinin ötesine uzanan kendi yazılarında da böylesi bir “fantastik makine”nin işleyişine tanıklık eder okur. Christopher Norris’in deyişiyle bu yazılarda bir “anlam dansı” başlar.

Hartman Nietzsche’nin sistematik olmayan, fragmanlardan oluşan üslubundan, metinlerinden esinlenen kendi eleştiri anlayışını “neşeli şiir sanatı” olarak tanımlar. “Şen Bilim”in bir türüdür onun eleştirileri.

( x ) – Geoffrey H. Hartman, Saving the Text: Literature/Derrid/Philosophy (Metni Kurtarmak : Edebiyat/Derrida/Felsefe), John Hopkins Paperbacks edition, 1982