Her şehrin bir hikâyesi, tarihi, kokusu, onu anlatan bir adı var. Benim şehrim henüz bugünkü şehir olmadan evvel, gittikçe bitmeyen dağlarmış, neresine gitseniz, neresinden baksanız, gökte güneşten, gecede aydan, kara bulutlardan evvela mavi dağları görürsünüz. Ne gümüşü, ne kapısı, Dêsım dağları anlatırmış. Her tarafı kuşatan dağlar çok yüksek duvarlara benzediğinden, bizim şehre duvarlı bir yer anlamında ta yüzyıllar önce bu ad verilmiş. Dağ güçtür.

Hapse düşen insanın dört tarafını kuşatan tek şey duvarlardır. O taş duvarlar insanın sinsice içine işler, öylesine ki iki aya kalmaz içerdeki insan hapishanede doğduğunu, hapishane öncesinde bir hayatı olmadığını hissetmeye başlar, yani el hak yarattığı etki uzun taş örüntülerin çok ötesindedir. Duvarlar, sanki dağın şehir versiyonu gibidir, içinde toplanan insanlara dağlarla sarılı olduğu hissi, onları dışarısıyla ayıranların çok güçlü olduğu duygusu uyandırır. Hapishane edebiyatı, şiirleri, müziği, türküleri, kederli anıları hep ve sadece duvarla örülüdür. Yılmaz Güney’in dünyaca tanınan ödülü aldığı eserinin konusu mapusxane, adı duvardır. Kötücül bir gücün simgesidir duvar.

Dünyada insanları birbirinden, başka toplumlardan, karşıt rejimlerden, düşman hükümetlerden ayıran çok duvar var. Berlin Duvarı, sosyalizm yıkılalıberi bugün hâlâ anti-sosyalist sinemanın en iştahlı nesnesi, bu duvardan taşları söke söke hiç bitiremediler. Çinlilerin yüzyıllar evvel düşmana karşı korunmaktan ördükleri duvardan seddi var. Duvar, tarih boyunca ve bugün aslında hep kof bir güvenlik aracıdır.

Benim bu dünyada önce duyduğum, sonra canlı gözlerimle gördüğüm tek iyi duvar, Muxundu’daki Baba Mansur’un duvarıdır. O kim diyeceksiniz, anlatayım. Baba Mansur, sizin tarihten bildiğiniz, köle ayaklanmalarını desteklediği yetmezmiş gibi yerleşmiş tutucu hocaların din anlayışlarına saldıran, sekiz yıl hapis yatıp bir kez tövbe etmeyen, ısrarla ve pek çok kez ben Tanrıyım dedi diye önce kamçılanan, sonra dilim dilim dilimlenen, en sonunda ise bir bayrak gibi dara çekilen Hallacı Mansur değil, o Hallac ile aynı ismi ve zihni taşıyan, ama başka bir büyük insandır. Üryan Xızır, Sarısaltık, Dewres Cemal, Xıdır Abdal neyse Mansur da odur. Bin sene evvel, bir kıtlık ve göç mevsiminde, kalkmış tam on iki kabile, Hormek’ten düşmüş yollara, Bağın Kalesi etrafına yerleşmişler. Baba Mansur, işte bu kabilelerin evladıymış. Baba Mansur’dan yüz sene sonra Hacıbektaş gelmiş, mekân tutmuş bu elleri. Baba Mansur, Horasan’dan sökün eyleyen, Zargovit’e yerleşen, elinde kamçı yılandan, aslana binerek kendisini karşılamaya gelen Kureyş’i, o sırada ördüğü duvara binerek karşılayan zattır ki, Kureyş cansızı yürüten bu ulu kişinin elini öper. O gün bugündür, Muxundu’daki o yürüyen duvar (dês) kutsaldır. Üstüne dikilen yanan mum, altında başı kesilen gözleri kızıl bezle bağlı koç, önünde dönen semah, o eski yıkık duvaradır. Bugün oraya ziyarete giden herkes, o keramet sahibinin, o namlı duvarın mayasına toprak götürür. Duvar sadece burada ve burayı bilen insanların yüreğinde keramettir.
Bir de görünmez duvarlar vardır, insan bazen aptalca kibrinden koynunda yatan kadına, yaşadığı sevgisizlikten kocaman bir öpücükle büyütmesi gereken küçücük bir çocuğa, doğuştan dili, dini, inancı, sonradan dünya görüşü farklı diye başka tertemiz insanlara zihninde aşılmaz duvarlar örer. Bu duvarlar Bastil hapishanesinden, Berlin’dekinden, Çin’in dağlarla iç içe duvarlarından bile güçlüdür, top atsan yıkılmaz. Bunların hakkından Muxundu’daki koca Mansur, onun yürüttüğü duvar gelse gelemez.

Protestolar, övgüler, yürüyüşler, küfürler, CIA ve FBI raporları eşliğinde işbaşına gelen Trump, tarihte örülmüş tüm duvarların küçük dilini yutturacak hamleler yapmakla başladı işe. Meksika sınırına milyarlarca dolar harcayarak, aşılmaz, yüksek, büyük ve güzel bir duvar öreceğini ilân eden Trump, çoğunluğu Müslüman ahalili yedi ülkenin vatandaşlarına ise Amerika’ya vize engeli koyduğunu açıkladı. Bu ikinci duvar, taş ve harçla, dolar ve işgücüyle değil, daha basit ve ucuz şeylerle, nefret ve öfkeyle yükseliyor. Dünyanın çivisinin çoktan çıktığı son çeyrek yüzyılın ötesinde Trump, aslında insanlar, toplumlar, dinler, sınıflar, renkler, kültürler arasındaki bölünme ve şiddetli önyargıların en vandal temsilciliğine soyunuyor. Onun öreceği duvarları, havaalanlarını, meydanları, sokakları dolduran ve etten ve sevgiden başka bir duvar ören sıradan ve güzel insanlar durduracak.