Dünyanın lanetlileri” yürüyor. Güney’den Kuzey’e, Doğu’dan Batı’ya, ölümüne bir yürüyüş bu. Kapitalizmin gelişmiş merkezleri, büyümedeki çevrimlerin iniş çıkışların yapısal bunalımlarla çakıştığı yıllarda büyük yürüyüşe karşı korunabilmek için sınır kapılarına yığınak yapıyor, duvar örüyorlar. Krizlerin yükünü halk sınıflarına aktararak geçici bir süre için kurtulsalar da bunalımlar kapitalizmin doğası gereğidir. O nedenle korkuları yatışmıyor.

•••

Korkuyorlar, çünkü gelişmiş kapitalist dünyanın sömürdüğü, bombalarla harabeye çevirdiği ülkelerin yoksulları kendi sırtlarından kazanılmış zenginliğin duvarını aşmak istiyorlar. “Küresel mi demiştiniz, sermayeye sınır yok mu demiştiniz, eğer öyleyse, sınır yoksa, bize neden sınır var ki” diyorlar. Çöllerde yürüyor, ölüm taşıyan takalarla deniz aşıyor, kayıplarına aldırmadan o sizin parıltılı merkezlerinize yürüyorlar.

•••

İşte bu nedenle Amerikan emperyalizminin adı deliye çıkmış akıllısı “küreselleşme bitmiştir” buyuruyor, IMF bu nedenle küreselleşmeyi literatüründen çıkarıyor. Yalnızca sınır kapılarını tahkim etmekle kalmıyor, ırkçılığı, yabancı düşmanlığını kışkırtıyorlar. Emperyalist dünyada emir komuta zincirini yeniden kurabilmek için kendi aralarındaki sorunları savaş noktasına gelmeden çözmeye, paylaşımı abayla, sopayla, müzakereyle yapmaya çalışıyorlar. Ticaret savaşlarının nedeni budur. Bu nedenle uluslararası yandaş arayan “ulusal devletler” varlık göstermeye, kapitalizmin ebedi nişanlısı liberaller ulusalcılarla ortak noktalarını vurgulama derdindeler.

•••

Saldırdıkları ülkelerin savaştan kaçan yoksullarının, katlettikleri insanların yakınlarının üzerine o ülkelerde örgütledikleri şeriatçıları sürdüler. Ne kadar şeriatçı çete varsa her birinin arkasında kapitalist bir ülke, bir merkez var. Şimdi de kendi ülkelerinin halklarını korkutmak, var olan demokratik hakların sınırlanmasına ses çıkarmalarını önlemek, gelen mültecilere karşı kışkırtmak için “İslamofobi” diye bir bahane uydurdular. Kendi yarattıkları hayaletin, kendi eserlerinin adıdır.

•••

Kapitalist dünya, Türkiye dahil, korkuyu beslemek, dünyanın yoksullarının yürüyüşünü önlemek, artık gereksiz buldukları küreselleşme yerine daha doğrudan müdahaleleri meşrulaştırmak için medyayı tam denetim altına alma derdinde. Yalanı esas kılmak, algıyı gerçeğin yerine geçirmek için bin dereden su getirmeleri bundandır.

•••

Ama tarih onların istedikleri gibi gerçekleşmeyebilir. Çünkü Marx’ın yazdığı gibi “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar ama kendi özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, doğrudan doğruya karşı karşıya kaldıkları verili ve geçmişten devreden koşullarda yaparlar.” Hiç kuşkusuz Marx’ın yazdıkları, tarihi kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek isteyen, bugüne kadar ömrünü, yapı olarak var olanla olması gereken ama henüz etkin olamamış devrim süreci arasındaki eşitsizliğe dayanarak, zorbalıkla sürdüren kapitalizm için, onun “teorisyenleri”, algı ustası medya cambazları için de geçerlidir.

•••

Tarihi otoritelerin çıkarlarına göre yazmayan tarihçilerle, işlerini düzgün yapan gazeteciler arasında bir işbirliği vardır. Gazetecinin aktardığı gerçekler, öteki kaynakların yanı sıra tarihçi için sağlam bir veri olabilir. Ama bunun koşulu gazetecinin de tarihçinin de politikanın yandaşı olmaması, nesnellikten ayrılmaması, olup bitene, olup bitenin içinden bakmakla yetinmemesi, genel perspektifi görmekten vazgeçmemesidir.

•••

Sıkıntı büyüyor. Bu telaş, bu sıkıntı, kapitalizmin gürültüsünün arttığını ama devrimci müdahalelerle ömrünün kısaltılabileceğini de gösteriyor.

Savaş kışkırtıcısı, kindar, nefret dolu, yaşamdan değil ölümden yana olmalarının, betonu, duvarları bu kadar çok sevmelerinin nedeni budur.