“Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler oldu” ifadesi AKP’nin 31 Mart Seçimleri sonrasında halkın kararını tanımama operasyonunun jenerik cümlesiydi. Yalnızca AKP’li yöneticilerin şaşkınlığını değil yenilginin sorumluluğundan kurtulma telaşını da simgeliyordu. 23 Haziran’da iktidar mağlubiyetin daha ağırını yaşadığında bu telaş “devran dönüyor galiba” paniğine dönüşmeye başladı. Bakmayın iktidarın güçlü görünmek adına kırk takla atmasına, o panik havası en tepeden en aşağıya kadar devam ediyor.

31 Mart’tan birkaç gün sonra Çamlıca Camii’nde Erdoğan’ın yanına gelip “biz bunlarla nasıl çalışacağız” diye haykıranları hatırlarsınız. Onların bir bölümü sanki belediyeyi “düşman kuvvetleri” zapt edecekmiş gibi bir tutum takınmışlardı. Erdoğan da “Bunlar neye dönmüş biliyor musun, bunlar topal ördek” diyerek tokmak bizim elimizde mesajı vermişti. O günlerde öfkeyle Erdoğan’a yakaranların çoğu 23 Haziran sonrasında yeni durumu kabullenmek zorunda kaldı ancak aynı şeyi Erdoğan için söylemek mümkün değil. ‘İstanbul’u yöneten Türkiye’yi yönetir’ diyen AKP Genel Başkanı, şimdilerde İBB’nin yetkilerini ve kaynaklarını Saray’a transfer ederek İstanbul’u hâlâ kendisinin idare ettiğini kanıtlamak istiyor.

Gar ihalelerindeki “garipliklerden” sonra şimdi de İstanbul Boğazı’nda İBB’ye ait olan yetkilerin CB tarafından atanacak kurula devredilmesi için çalışılıyor. İBB’ye bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün yetkilerini ortadan kaldıracak yasa taslağı Boğaziçi Başkanlığı adlı kurula yapılaşma izninden yeşil alanlara kadar sınırsız yetkiler tanıyor.

İBB’ye ait bölgedeki denetim yetkisi de Boğaziçi Başkanlığı ve ilçe belediyelerine geçiyor. Kim bilir hangi kaçak yapılar ödüllendirilecek, kimlere kafeterya, restoran ruhsatı verilecek. Görünen o ki bu “topal ördek” operasyonları ne ilk ne de son olacak. 25 yıldır İstanbul’u yönetirken kullandıkları tüm olanakları büyükşehri kaybedince Saray’a transfer etmek için her yolu deneyecekler.

İstanbul’un kaynakları ve simgesel değeri yüksek olduğu için İmamoğlu yönetimine yönelen saldırılar daha görünür ve daha yoğun. Ancak hazımsızlık sadece İstanbul ile ilgili de değil. İktidarın 31 Mart öncesinde belirlediği stratejiyi terse çeviren tüm seçim bölgelerinde benzer bir durum söz konusu. HDP’nin kazandığı belediyeler tek tek kayyuma devredilmeye devam ediyor. 31 Mart’tan bugüne 3’ü büyükşehir olmak üzere 14 belediyeye kayyum atandı. Ankara’da ise hükümet şehrin Cumhuriyet ile özdeş tarihi ve kültürel dokusunu tasfiye etmek adına elinden geleni yapmaya devam ediyor. Sincan Belediyesi’nin ilçe kaldırımlarından ABB ibarelerini işçilere kazıtması örneğinde olduğu gibi AKP’li ilçe belediyeleri her mecrada büyükşehrin icraatlarını örtmeye çalışıyor.

Tek adam rejimi yalnızca yerelin yetkilerini gasp etmiyor aynı zamanda toplumun tümünü ilgilendiren vergilendirme düzenini de kendine bağlıyor. Ekonomik krizin halkın omzuna yüklendiği şu günlerde “vergiyi tabana yayıyoruz” yalanı etrafında gözden uzak tutmak istedikleri gerçek tam da bu. Asgari ücrette zerre kadar iyileştirme yapmayan yeni yasa CB’ye hizmet türüne göre vergi oranını %15’e kadar çıkarma ya da %1’e kadar indirme yetkisi veriyor.Vergilendirmede Meclis yetkilidir düsturu da ortadan kalkıyor. Saray’a devredilen böylesine geniş bir takdir hakkının vergilendirmede ayrıcalıklı gruplar yaratacağını, halkı daha ağır bir yükün altına sokacağını söylemek kehanet değil.

Yangından mal kaçırırcasına yapılan bu devir işlemleri bir yandan da iktidarın “kaybediyorlar” havasını dağıtamadığının kanıtı. 31 Mart ve 23 Haziran’da oluşan yeni tabloyu köklü bir biçimde sarsacak bir gelişme yaşanmadığı gibi iktidar blokundaki çözülme de devam ediyor. AKP içindeki sular durulmuyor, istifa edecekler gün sayıyor. Suriye’ye yönelik askeri operasyon süresi ve kapsamı itibariyle iktidara iç siyasette beklediği alanı açmadı. Millet ittifakını parçalamak adına başvurulan taktikler ise şu ana kadar sonuçsuz kaldı. Bunun en önemli nedenlerinden biri iktidarın politik-ideolojik hegemonyasının çökmüş olması. Ancak henüz bir karşı hegemonya da kurulmuş değil. Zira parlamenter sisteme dönüş dışında muhalefetin kamuoyuna açıkladığı bir stratejisi yok.

Tüm dünyada “bir şeyler oluyorken” Türkiye’de muhalefetin geleceğinden kaygılı, siyasi partilere güveni sarsılmış, sistem içinde çözümün mümkün olmadığını düşünen milyonlarca genç insana söyleyecek bir sözü olmalı. Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya zamlara, ilave vergilere, yolsuzluklara karşı milyonlarca insan itirazını yükseltirken tüm bunların en ağır bir biçimde yaşandığı Türkiye’de “bekleyin bizi” demenin kimseyi ikna edemeyeceği ortada. Yumuşak geçiş umut eden düzen muhalefetinin aksine sol/sosyalist siyasetin belediyelerden vergilendirmeye her alanda devam eden yetki gaspına karşı ortak bir mücadele örgütlemek, bugünün işini yarına bırakmamak gibi bir sorumluluğu var.