Bir düşünsenize, sevdiğinizi gördüğünüzde ya da adı bile geçtiğinde kalbinizin hızla atışını hiç deneyimlememiş olmak, ufak mutlulukları tanımlayamamak, üzüldüğünü fark etmemek, kahkahaların nedenini algılayamamak. Neye benzerdi hayat? Kim bilir?

Duygu sağırlığı

Şengül Hablemitoğlu - Prof. Dr. - sengul@hablemitoglu.net

Sahip olduğumuz hiçbir duygu tesadüfen ortaya çıkmamıştır. Duygularımızın da organlarımız gibi belirli işlevleri vardır, evrim sürecinden geçerek, bizimle birlikte bugüne ulaşmışlardır. Memlekette son günlerin netameli konusu, kimini köşesinden ediyor, kiminin akademik yaşamını karartıyor. Ancak evrime inanılsa da inanılmasa da, bu, evrimin var olduğu gerçeğini değiştirmiyor, bilelim de… Evrimin duyguları açıkladığı da kanıtlanmıştır. İnsanın gezegenin, evrenin dersek yanılabiliriz, bildiğimiz en sosyal canlılarından biri olduğu gerçeğini kabul etmeyen yoktur sanırım. Duygularımızın, kabaca söylersek, temel işlevi doğaya ve topluma uyum sağlamamızı kolaylaştırmaktır. Örneğin, tehlike anında korkar kaçarız, böylece yaşamda kalma ihtimalimiz artar. İnsan türünün devamlılığı için bu gereklidir. Ve insanın topluma uyum sağlaması kendi yararınadır. Bu nedenle, sevgi, şefkat, merhamet duygusunun, empati yeteneğinin evrimsel olarak bu denli gelişmiş olması da şaşırtıcı değildir. Duygularımız beynimiz ile kalbimizin konuşmasını, kalbimiz ve beynimiz arasındaki etkileşimi sağlar.

Başkaları ile ilişki ve etkileşimlerimizde başarılı olmak, karar vermek, sosyalleşmek ve diğer pek çok yaşam faaliyeti için duygularımızın sesine kulak veririz. Duygularımızın farkındaysak ve duygularımızı başkalarına ifade edebiliyorsak bu sesi duyabiliyoruzdur. Duygularını tanımlayamayan, adlandıramayan insanlar duygularının sesini duyamazlar. Bu durum tıbben aleksitimi kavramı ile açıklanır. Yaklaşık 40 yıl önce keşfedilen ‘aleksitimi’nin (alexithymia) kelime karşılığının “duygu sağırlığı” olduğu biliniyor. Bu durumdaki kişilerin duygularını yaşama ve anlatma biçimlerini etkileyen duygulanımları eksiktir.

İnsan fark edemediği duygularının kendisini yönettiğini anladıkça, duygularını fark ettikçe ve yönetebileceğini deneyimledikçe evrimsel bir yetenek olarak iletişimi geliştirmiştir. İnsanın iletişim sorunlarının temel nedeninin duygu yoksunluğu olduğu evrensel bir gerçekliktir. Çağımızın en sık karşılaşılan ve kronikleşen pek çok yaşamsal sonununun temelinde sağlıklı iletişim kuramamak bulunmaktadır. Kendi duygularını fark edemeyen ve tanımlayamayan kişiler, başkalarının duygularını da anlayamıyorlar. İletişimdeki bu belirsizlik, günlük yaşamda ve ilişkilerde stres, çatışma ve gerilimi artırıyor.

İletişimde duygusal içerikteki mesajlar ve bilgi, sözler kadar mimik, ses tonu ya da bedensel hareketlerle de aktarılır. Bunların hiçbirini algılayamayan kişi ciddi sorunlar yaşamaktadır. Nörobilimci Antonio Damassio tarafından açıklanan ‘’modern duygu teorisi’’ne göre; duygularımız, beynimizin sahibi olduğu bedenini algıladığı bir duyu organına benziyor. Yapılan araştırmalar ortaya koyuyor ki, büyüme çağlarında ebeveynlerinden ilgi, sevgi görmemiş çocuklarda beynin duyguları işleyen bölümü az gelişebiliyor. Sonuç olarak, ilerideki yaşlarında bu kişiler aleksitimik olabiliyorlar. Uzayda kaybolmuş bir nesne gibi duyarsız, duygusuz salınıyorlar, hayatlarımıza sızıyorlar.

Aleksitimiden mustarip olanlar
» Hem kendi duygularını hem de başkalarının duygularını tanımakta, belirlemekte ve fiziksel duyulardan ayırmakta güçlük çekiyorlar,

» Duygularını açığa çıkaramıyorlar ve duygularına dair bir fikirleri olmuyor.

Ayrıca, seyrek rüya gören, hayal kurmayan, mekanik düşünen, daha çok somut ve günlük olaylarla ilgilenen insanlar.

Aleksitimi ölçülebilir
Duygu sağırlığı, ölçülebilir bir durum. Geliştirilmiş başarılı bazı ölçme değerlendirme testleri var. Duygu sağırlığını saptamak için geliştirilen ve 20 sorudan oluşan Toronto Aleksitimi Ölçeği bunlardan en yaygın olarak kullanılanı. Hatta Türkiye’de dilimize uyarlama, geçerlik ve güvenirlik çalışmaları da yapılmıştır. Test, günlük yaşamda hemen hemen her gün sıkça karşılaştığımız ilişki ve iletişimlerimize dayalı anları sorgulamaktadır. Böylece anlıyoruz ki, aleksitimi dünyada oldukça yaygın bir sorun.
Bildiğimiz bir başka konu da; duygu sağırlığının, uzun yıllar araştırmacıların ilgisini çekmekle birlikte; ‘’duygulara duyarsız olma’’ nın istikrarlı bir kişilik yapısı olup olmadığı ya da yaşam koşulları ile ilişkili bir durumdan kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair akademik ve pratik bir kararsızlığın bulunmasıdır.

duygu-sagirligi-335402-1.

Bir hastalık denebilir mi?
Duyguları iç içe geçmiş bir matruşka gibi düşünürsek, merkezde bedensel hisler yer alır; sevdiğimiz insanı gördüğümüzde kalbimizin hızla çarpması ya da öfkelendiğimizde yüzümüzün kıpkırmızı olması gibi. Bunlar olurken beynimiz duygulara bir anlam yükler ve böylece iyi mi kötü mü, zayıf mı şiddetli mi olduklarını biliriz. Sonra bu duyguları tarif eder, isimlendiririz. Ancak bazıları duygularını açıklamakta sorun yaşarken, bazıları da duygularının varlığından bile haberdar değildir. Araştırmaların bir kısmı bunu, duyguları işlemekle görevli sinir sisteminde hasar olması ihtimaline dayandırır. Bu kopukluktan dolayı, beden normal tepki gösterse ve duygular ortaya çıksa da kişi farkında olmayabilir. Diğer pek çok çalışmada ise, aleksitiminin başlı başına bir psikolojik hastalık olmadığı, ancak ruhsal ve fizyolojik birçok rahatsızlığın tetikleyicisi olduğunu söylemenin daha doğru olduğu belirtilir. Hatta sadece bir kişilik özelliği ve kimi zaman içinde yetişilen ailenin, toplumun ve kültürün etkisi ile ortaya çıkan bir sorun olduğu vurgulanır.

Aleksitimik kişiler, “kendilerini anlatmakta ve başkalarını anlamakta büyük sorunlar yaşadıklarından en fazla zararı kendilerine veriyorlar.” Çünkü sözel olarak ifade edemedikleri duyguları, sanki bedenlerinin başka bir noktasından çıkış yolu buluyor ve bu kişiler psiko-somatik hastalıklara çok sık yakalanıyorlar. Örneğin; aleksitimik bir insan kızgınlığını, öfkesini, sevgisini dile getiremediği için sık sık baş ağırısı yaşayabilir, gaz sancıları ile dolaşır, kalp hastalığına yakalanmış gibi nefesi daralır. Hiper tansiyon, kalp krizi, sindirim ve solunum sorunları, nedensiz baş, sırt, karın ağrıları, baş dönmesi ya da dermatolojik sorunlar yaşayabilir... Hatta bazen panik atak geçirir. Aleksitimi oranının psikiyatrik hastalıklarda yüzde 31 olduğu, sokaktaki her 10 kişiden birinin aleksitimik olabileceği tahmin ediliyor. Ayrıca asıl dikkati çeken bulgu; kişinin kelime haznesi ne kadar düşük ise, aleksitimik olma ihtimalinin o kadar yüksek olmasıdır. Kişiler duygularını anlatabilecekleri ne kadar çok kelime bilirlerse o kadar kolay duygularını da ifade edebiliyorlar. Dolayısıyla aleksitimide eğitimsizlik daha baskın bir etken oluyor.

Nasıl anlaşılır ?
Aleksitimik bir kişilikle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için uzun uzadıya zaman harcamak gerekmez. Bir bakışta anlaşılır demek de fazla iddialı olur, yine de neredeyse ilk dakikalarda anlayabiliriz. Bize sabahları “günaydın” demeyi bile çok gördüğünü düşündüğümüz bir iş arkadaşımız, soğuk bir “nasılsınız” bile dememek için asansörde gözlerini kaçıran bir komşumuz, bir robotla iletişim kurmaya çalıştığımızı düşündürten eşimiz ya da buz gibi bir duruşla iş görüşmesi yaptığımız biri, aleksitimik olabilir. Esasında bu kişiler yaşamımızın her yerinde karşımıza çıkabiliyorlar. Kimi, dışardaki masum sokak hayvanları için kapının önüne bıraktığımız mama, su kabını kaldırıp atan kapı komşumuz oluyor. Kiminden sevgili yapıyoruz kendimize, kimi de anne baba oluyor ya da iş yerindeki yöneticimiz oluveriyor. ‘’Pozitif-negatif elektrik aldık, almadık’’ der dururuz günlük konuşmalarımızda. Aleksitimik arkadaşlar, negatif elektrik yayarlar farkında olmadan. Bir kadın ya da erkek için etrafta; buzlar kralı ya da kraliçesi deniyorsa, vardır bir bit yeniği, aleksitimik olabilir...

Önemli olan, böyle biriyle aynı ortamda yaşamak durumunda kalındığında neler yapılabilir bunu bilmek. Çünkü ilişkiler, özellikle aile ilişkileri olumsuz etkilenir. Bu nedenle yaşamımızda aleksitimik bir kişi varsa ilişki ve etkileşimlerimizi kendi sağlımız için de yönetilebilir hale getirmemiz gerekir. Ancak daha da önemlisi ebeveynlerin sorumluluğudur. Duygularını tanıyan ve ifade edebilen bireyler yetiştirmeye özen göstermemiz gerekiyor.

Türkiye’de durum nedir ?
Toplumumuzda “erkeklerin ağlaması ayıplanır, kadınlarınsa çilekeş olması beklenir.’’ Paratoner gibi sorunları üstlenen ama duygularını yansıtmayan kadın ve erkeklerin buna karşılık nedensiz sağlık sorunları ortaya çıkıyor. Sık sık depresyona giriyorlar. Çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri için, duygularını tanımaları için aileler uygun ortam yaratamıyorlar çoğu zaman. “Anne çocuğun duygusal ihtiyacına karşılık ver(e)meyen bir anne ise, örneğin altını ıslattığında, karnı acıktığında ya da sevilmek istediğinde hemen karşılık vermiyorsa keza bu durum baba için de geçerli ise, çocuk bir süre sonra anne-babaya karşı güvenli bir bağlanma duymuyor ve duyarsızlaşıyor. Çocukluk döneminde sevilme ihtiyacı yeterli ve iyi karşılanmamışsa çocukların aleksitimik olma olasılığı artıyor. Çocuklukta travma yaşayan ya da yeterli ilgi ve sevgi gösterilmeyen çocuklar, bu duygusal örselenmelerin üstesinden gelmek için duygularının sesini kapatarak yetişkinliğe erişiyorlar. Bu sorunun çözümü davranış değişikliği yaratabilecek çeşitli bilişsel davranışçı danışmanlık/mentorluk çalışmalarından geçiyor. Kişilerin sorunlarını tartışarak konuşmalarının yaratacağı farkındalıkla iyileşme sağlanabiliyor. Kişilere iç görü kazandıran farkındalık çalışmaları duygularını tanımalarında destek oluyor.
Şöyle bir düşünsenize, sevdiğinizi gördüğünüzde ya da adı bile geçtiğinde kalbinizin hızla atışını hiç deneyimlememiş olmak, ufak mutlulukları tanımlayamamak, üzüldüğünü fark etmemek, kahkahaların nedenini algılayamamak. Neye benzerdi hayat? Kim bilir? Belki de, mutluluk ve mutsuzluk nedir, hiç öğrenmeden yaşayıp giderdik. O zaman kalpsizlikle suçlanmak kaçınılmaz olurdu. Zaten buna da aldırmazdık ki...