Duygudaşlık teröründen dişil bir babalığa

AYŞEGÜL TÖZEREN

Alışın Buradayız, Kuyuda, Bugün Anne Gibi Değilim başlıklı kitaplara imza atan Belma Fırat, öykülerinde ruhunun dehlizlerinde okuru gezdirmekte ısrarcı. Cinsel ve politik olan Fırat’ın metinlerinde yaşam bulurken, edebiyatında suya sabuna dokunmaktan kaçınmıyor. Vedat Türkali, bir söyleşisinde edebiyatımızın baştan başlayıp, göbek deliğinde sonlandığını belirtmişti. Fırat’ın öyküleriyse bazen topuğa kadar iniyor, bazen de bir insanın ayak topuğundan başlıyor, tam da oradan yakın tarihimize doğru yolculuğa çıkıyor. Bir başka deyişle, öykülerinde bireysel olanla, toplumsal olana takla attırıyor, toplumsal travmaların, mikro ilişkilerin en saklı köşelerindeki çatlaklarından içeri sızıyor. Bu sızı, onun öykülerinin çekirdeği…

‘Hangi canavar ruh bir annenin yüreğine evlat acısı zerk edebilir ki?’

Alışın Buradayız, yazarın ilk kitabı. Öykülerinde LGBTİ hareketiyle kucaklaşan son kuşak feminizmin düşünsel yapısı hissediliyor. 2014 yılının sonlarında okurla buluşan kitap, yayımlanışının bir sene öncesinde en coşkulu sivil toplum hareketlerinden olan bir itirazı, Gezi’yi, es geçmiyor. Gezi öyküsü yazmadan da, Gezi’ye değinen metinlerin kaleme alınabileceğini göstermesi açısından değerli. Ancak bu kitapta, Kuyuda ve Bugün Anne Gibi Değilim kitaplarıyla akrabalık kurulabilecek öykülerin Gezi günlerinin sezdirildiği metinler olduğunu düşünmüyorum. Yazarın ikinci kitabı olan Kuyuda’ya inen ipin, ilk kitaptaki ‘Duygudaşlık Terörü’ başlıklı öykü olduğu söylenebilir. Bu öyküde, toplumsal normlardan dışarı çıkmadan yaşayan, varsıl ailelerin fertleri birden ‘ötekileşirler.’ Birden, çapkınlıklarıyla ‘erkeklik’ mitinin kahramanlarından Nevzat Bey, siyah file çorap ve kırmızı g-string giymeye başlar, Rana Hanım, spordan dönerken birden ‘bilinmeyen bir dilde’ konuşmaya başlar, sonradan anlarlar ki Kürtçe konuşuyor, bir yapı market zincirinin patronu da birden ‘ailem sırça köşke oturmayacak, işçi çocuklarıyla sıra arkadaşı olacak’ demeye başlar. Bu ‘birden’ değişim, bir enjektörle bilinmeyen bir sıvının insanlara zerk edilmesiyle oluşuveriyormuş. Duygudaşlar isimli gruba karşı önlemler alınmaya çalışılırken, Cumartesi annelerinin sayısı üç katına çıkmaktaymış, ‘Evlatlarımız kaybolmadı, onlar yanı başımızda ama biz de evlat acısı çekiyoruz,’ diye pankart açan insanlar oluşmaya başlamış. Üçüncü tekil şahıstan anlatımın kısa kısa araya girdiği, diyalogların ana yapısını kurduğu öyküde sınıf çelişkisine de dikkat çekiliyor. Burjuvazinin kendisinden farklı olan yaşam deneyimlerini anlamayı becerememesi vurgulanıyor, anlamaya çalıştığında da sakat bir özsel analoji kurduğu gösteriliyor: ‘Hangi canavar ruh bir annenin yüreğine evlat acısı zerk edebilir ki?’

Belma Fırat, ‘Duygudaşlık Terörü’nde, toplumun farklı katmanlarının birbirini anlaması ya da anlamaması üzerinden metnini inşa ederken, keskin bir burjuva toplumu eleştirisine de “varım” dediğini hissettiriyor. İlk öykü kitabından iki yıl sonra, 2016’da ikinci öykü kitabı olan Kuyuda okurla buluşuyor. Kuyuda başlığı metinlerin ruhunu yansıtması açısından, yerinde bir seçim. Yazar, karanlıkta kalmış olanların hikâyesini yazmayı tercih etmiş. Kuyudakilerin, ötekilerin… İlk öykü kitabında diyaloglara yaslanan, anlatıcılığın kısa tutulduğu bir metin yapısı dikkati çekerken, ikinci öykü kitabında, dilin daha kapalı bir anlatıma yaklaştığı görülüyor. Mor bir yas anlatılan, anlatılan ötekilerin hikâyesi… Belma Fırat, bir kuyunun ağzından başka kadınları, başka erkeklikleri edebiyatına davet etmeyi sürdüreceğini de gösteriyor.

Dili Köstebekleştirmek

Kuyuda’nın yayımlandığı yıl, yılın sözcüğü ‘post-truth’, Türkçe söylenişleri ile ‘post-gerçek’, ‘gerçek sonrası’, ‘post-olgusal’ seçiliyordu. Kurgu hakikatin yerini alırken, gerçek olmayanla gerçeğin sınırı belirsizleşirken, edebiyatçıların işi daha da zorlaşıyordu. Hele de siyasetçiler retoriklerini etos ve logostan öte patos, bir başka deyişle coşkulu hikâyelerle kurarlarken, bir edebiyatçı zihni dağılmadan, nasıl öykü yazabilir, hele de politik olana dokunan öyküler yazmaya karar verdiyse bunu nasıl kurabilir? Daha önce de bu soruları sormuştum. Kuyuda kitabında yazarın öncekine göre daha kapalı bir anlatımı tercih etmesindeki etkenlerden birinin de bu sorular olduğunu düşünüyorum. Çağımızda, yazan, hikâye anlatmadan öykü yazmanın bir yolunu bulmak zorunda… Örneğin, ‘Barışın Filmi’ adlı öykü düz anlatımla ya da haber diliyle kurulsa, bir gazetecinin çok yakın tarihi aktarmasından farklı olmazdı. Oysa edebiyat zamansızdır. Edebiyat, anlatılanı anlatmaz, anlatımı anlatır. Bu yüzden çok yakın tarihin el yakan toplumsal travmalarını edebiyata konu ettiğinizde sadece arka mahallelerden yürümek yetmez, dili köstebekleştirmek de gerekir. Yeraltından, bir kuyu ağzına fısıldamak…

Bugün Anne Gibi Değilim, Belma Fırat’ın bu sene yayımlanan son öykü kitabı. Norm olana, itirazını başlığından itibaren ortaya koyan öykü toplamı, hem Alışın Buradayız, hem de Kuyuda ile kuzen. Kuyuda’da, ikinci kitabında, ilk kitabına göre daha melankolik bir tonda el yakan mevzulara dokunurken, son kitabında, anlatımı Alışın Buradayız ile yakınlaşarak, diyaloglarla desteklenen, daha ritmik bir tona bürünüyor. İlk kitabında yer alan ‘Kırmızı’ ve ‘Damardan’, bu öykü kitabında da yer bulurken, edebiyatının kılcallarında hep ötekiliğin var olacağını da gösteriyor.

Fantezisini, kurtulmak için kurduğumuz gerçekten kaçış yok mu?

Belma Fırat, öykülerinde, ötekileştirmenin yasası, ‘sen o değilsin’ şablonunu darmadağın etmeye çalışıyor. “Sen kadın mısın”, “sen insan mısın” sorularına metninin içinden dikotomiden uzak yanıtlar arıyor. Kitaba ismini veren öykünün başlangıcındaki nazım biçiminde kurulmuş metinde fiilsizlik dikkati çekiyor. Fiilsizlik hali, kitabın ruhuna da sinmiş durumda. Zaman zaman trajik, zaman zaman hedonist bir kaosa davet var. Toplumsal normların mantığından bağımsız olarak öykülerde esrime de gözleniyor. Metinde köle efendi ikiliğine yani Baba Yasası’na başkaldırı var. İlk öyküden başlayarak, karakterlerin hangisinin kurban, hangisinin fail olduğu belli değil. ‘Bugün Anne Gibi Değilim’ öyküsü ‘dişil bir Babayım’ diye başlarken, metnin devamındaki ana karakter Ece, erkeğin cezalandırıcı rolünü üstleniyor. Ece, alışılmış olanın dışına çıkarak, anaokuluna diğer karakter Çağlar’ın dişil/eril, ucuz/klas dikotomisinden başını döndüren, kıyafetiyle karşısına çıkıyor. Kıyafetteki seksapeliteden doğan aykırılık vurgulanırken, cinsel partnerin erkek ya da kadın ya da trans olup olmadığının da özellikle belirtilmemiş olduğu gözlerden kaçmıyor. Metindeki soluksuz bırakma fantezisinde, Ece, babanın yerine geçmekte ve gerçek babaya ceza vermektedir. Ece, bir anda Çağlar’ın babası haline gelmektedir. Yazar bir diğer öyküsü, ‘Üç Kamyoncu’da bireysel olanla toplumsal değişimlerin birbirinden ayrılamayacağına işaret ediyor. Üç kamyoncuyla Caddebostan sahilde karşılaşan bir kadın karakterle, Fırat, nehri tersten akıtıyor, ‘sana zarar vermem,’ diyen ve onu evine götürmeye çalışan kamyoncularla konuşan kadının kayıtsızlığı aslında gidecek bir evi olmadığını sezdiriyor, sahilleri kasıp kavuran “kentsel dönüşüm” fırtınasını!

Belma Fırat, öykülerinde temsiliyet gücü olan karakterler yaratmaktansa, temsiliyet krizi yaratmaktan hoşlanıyor ve fantezisini, kurtulmak için kurduğumuz gerçekten kaçış olmadığını gösteriyor.