Duyguların politik ve estetik yönüne dikkat çeken Dicle, “Siyasal söylemlerin kitlede belirli duyguları üretebildiği ölçüde onaylandığını görüyoruz” diyor.

Duyguların da politikası var
Esra Dicle yeni kitabında edebiyatın duygularla ilişkisine değindi. (Fotoğraf: BirGün)

Oğuzcan ÜNLÜ

Duygular üzerine yapılan disiplinlerarası çalışmalar son dönemde dikkat çekiyor. Boğaziçi Üniversitesi Türkçe Dersleri Koordinatörlüğü’nde akademisyen Dr. Esra Dicle’nin hazırladığı Edebiyatın Duygu Haritası kitabı bu çalışmalardan biri. Edebiyatın melankoli, öfke, umut ve kin gibi duygularla kurduğu ilişkilere odaklanan makalelerden meydana gelen kitap okurla buluştu. Esra Dicle’yle hazırladığı kitap bağlamında edebiyatın duygularla ilişkisi üzerine konuştuk.

Kitabı hazırlama fikri nasıl ortaya çıktı?

Araştırmalarımda tiyatronun kavramlarıyla düşünme motivasyonu hep önemli olmuştur. Tiyatro, performans ve beden üzerine düşünürken bedenin duyguyu dışa vurmaktaki pozisyonu da hep önemli bir soruydu. Bu tiyatroda Stanislavski’den beri gelen bir soru zaten. Bunun yanında duygu çalışmaları, duygunun bireysel olmaktan çok politik, kültürel kaynakları olduğu konusu üzerine kafa yormaya başlayınca Sara Ahmed’in Duyguların Kültürel Tarihi ve Brian Massumi’nin Duygu Politikası, Nancy Chodorow’un Duyguların Gücü gibi metinleri önüme gelmeye başladı. Walter G. Andrews ve Mehmet Kalpaklı’nın ortak çalışması Sevgililer Çağı’nda divan meclislerinin teatral performatif rol dağılımı ve belirli duygu repertuvarı olan bir alan olarak okunması edebiyat çalışmaları için çok önemlidir. Bunlardan yola çıkarak kitapta Osmanlı’nın son döneminden çağdaş edebiyata kadar olan döneme bakan çeşitli makaleleri, tür zenginliğini de sağlayacak şekilde bir araya getirmeye, edebiyatın politik, kültürel, ideolojik boyutuyla nasıl bir duygu alanına sahip olduğu sorusuna odaklanmaya çalıştım.

Duygu ve edebiyatı beraber düşünmek edebiyat çalışmalarına ne gibi katkılar sağlayabilir?

Kişisel olarak, sanırım edebiyat ve ideoloji üzerine çalışmış olmanın getirdiği bir yönelimle duygunun politik manipülasyonu konusu ilgimi çekiyor. Siyasal söylem ve duygu ilişkisiyle bunların metinlerdeki karşılıklarını önceliyorum. Sara Ahmed, belirli duyguların ulusların karakterinin nasıl bir parçası haline geldiğine dair sorular sorar. Politika, ideoloji ve edebiyat çalışmalarının getirdiği bağlam olarak bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Rasyonel kaynakları olduğunu düşündüğümüz ve kitlesini programıyla ikna ettiğine inandığımız siyasal söylemlerin aslında kitlede belirli duyguları üretebildiği ölçüde onaylandığını görüyoruz. Kitabın içinde Yalçın Armağan, Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’nı melankoli duygusunu nasıl merkezî bir duygu haline getirdiğine bakıyor. Kaan Kurt’un makalesinde Melih Cevdet Anday’ın Gizli Emir metninde iktidarın ürettiği korku, endişe duygularıyla buna karşı üretilen umut duygusu, aynı zamanda umudun edilgenliğe yol açabileceği fikrinin yarattığı gerilim tartışılıyor. En az bu bağlam kadar belirli duyguların baskılanması ya da açığa çıkma sürecinde yazarların metinleri nasıl organize ettiği sorusu da önemlidir. Bu gözle okunduğunda metinler eleştirel erkeklik çalışmalarından, queer ve feminist duygu çalışmalarına kadar çok geniş bir alan sunuyor.

EDEBİYATIN DUYGU HARİTASI, Esra Dicle, Dergâh Yayınları, 2022EDEBİYATIN DUYGU HARİTASI, Esra Dicle, Dergâh Yayınları, 2022

METİNLERDE BİLİNÇDIŞI

Beden-zihin, fizyoloji-psikoloji, düşünce-duygu gibi ikiliklerin edebiyat metinlerinde işlemediği durumlar var mı?

Bu ikilikleri yıkmaya çalışan metinler var. Selen Erdoğan yaptığı incelemede Bilge Karasu’nun metnini akıl kaybı-kontrol, aşk-kaygı, sevgi-korku, haz-acı gibi ikilikler arasındaki geçişliliği işaret ederek yorumluyor. Öte yandan bazı metinler rasyonel aklın bilinçdışısı gibi işleyebiliyor. İkilikleri kurmaya çalışırken söken ve rasyonel söylem kurmaya çalışırken bastırdığı duygu tarafından tehdit edilen söylemleri metinlerde görebiliyoruz. Duygu çalışmaları metinlerin bilinçdışını okumaya da alan açıyor.

Gündelik hayatın parçası olarak teatralliğin duygu haritasına odaklanırsak neler söylemek istersiniz?

Richard Sennett’in Kamusal İnsanın Çöküşü metninde güzel bir soru vardır. Barda otururken yanınıza birisi gelir ve az evvel sevdiği birinin cenazesinden geldiğini söyler. Ona nasıl inanırsınız? Sizin bildiğiniz tek referans noktası bir duygunun dışavurumunun ortak kodlara uyup uymamasıdır. Duygularımızı yabancıların olduğu kamusal alanda anlaşılabilir olmak için ortak kodlara uydurarak mı dışa vuruyoruz? Belirli yas, mutluluk, neşe dışavurumları var. Bunlarla bize iletilen şeyleri yorumluyoruz. Kendimizi de yorumlanabilir hale getiriyoruz. Bu durum bizi teatralleştiriyor. Sennett’teki katı mahrem-kamusal alan ayrımı sorunlu ama kamusal alanda belirli duyguları performans ediyor olmamız, o duyguları gerçekten o şekilde yaşamamıza yol açıyor mu gibi bir soruyu da gündeme getiriyor. Duygulanım biçimleri bireyselden ziyade kültürel duygular tarihini gündeme getiriyor. Kişinin kendi iç dünyasına aitmiş gibi görünen duygusal performans problemli hale geliyor. Duyguların orijinalliği-kurmaca olmasına dair sorular kişiliğin takdimi-temsili ayrımlarını da içeriyor. Bu yüzden teatrallik ve duygu çalışmaları birbirleriyle konuşuyor.