Geometri noktayı, boyuttan yoksun terim olarak tanımlıyor. Yine, bir noktadan sonsuz sayıda doğru geçtiğini geometriden biliyoruz. Demek ki, sonsuz sayıda çizginin kesiştiği yeri, bir bedeni tüm ilişkilerinden soyutladığınızda geriye boyutsuz nokta kalıyor. Artık noktaya baktığımda insanı görüyorum ya da tam tersi. Yeryüzünün şeylerini soyutlayarak var olmaya çabalayan insan, sonunda kendisi bir soyutlama ürününe dönüştü. Bir zamanlar içinden, doğal ve toplumsal, sonsuz sayıda çizgi geçerken, soyutladıkça ve soyutlayıcı kuvvetlere maruz kaldıkça yavaş yavaş uzamsal boyutlarını yitirmiş ve sonunda geometrik düzlem üzerinde bir noktaya dönüşmüştür. Bir nokta gibi, kendimizi düzlemin çölünde yapayalnız hissediyoruz. Bizimkisi istenilen bir yalnızlık türü değil, zorunlu yalnızlık. İsteseniz de kalabalıklara karışamazsınız, çünkü uzamda yayılmaya, kalabalığa karışmaya yarayan boyutlarınız yok artık. İkili soyutlamanın ürünü olan insan sonunda uzuvlarını yitirmiş ve salgın süreciyle birlikte bir tecrit hücresine dönüşmüştür.

Soyutlamanın en kadim olanı, yeryüzünün soyutlanmasıdır. Duvarlarla çevrili bir içeride kendilerini doğadan soyutlayan yerleşik bedenler, soyutlama sürecinde içeriye sadece yeryüzünün bazı niteliklerini seçerek almışlardır. İkinci soyutlama, içeride ortaya çıkan iktidarın bedenleri evcilleştirme sürecidir. Bedenlerin evcil niteliklerinin seçilip yapay seçilimle çoğaltılma süreci kesintisiz devam ediyor. Çünkü iktidar bedenlere asla güvenmiyor; bir bedenin neler yapabileceğini öngöremiyor hâlâ. O yüzden bedenleri, kendi aralarında kurdukları toplumsal ilişki ağlarından soyutlamak zorunda. Duvarlarla doğadan soyutlanmış ve içerideki tanrı-kralın insafına terk edilmiş ilk kent-devletlerinin insanları, yalnızlığımızın en erken ve en net resmidir. Ve o zamandan beri eril iktidarların anlattığı mitolojilerle anlamlandırıyoruz soyut hayatlarımızı. Ne diyordu despot? “Ben olmazsam kaos olur”. Doğayı ve doğanın kudretini bünyelerinde taşıyan bedenler, despotun kaosudur. Ve tıpkı Babil’in mitosu Enuma Eliş’de olduğu gibi, aşkın tanrı Marduk, doğanın içkin kuvvetlerini temsil eden Tiamat’ı yenilgiye uğrattığında, bedenler boyun eğdirildiklerinde kozmozunu ilan edebilir. Kozmoz, boyuttan yoksun, kudretsiz noktalardan kurulmuştur. Tanrı-kralın zaferini kutlayanlar, kendi bedensel ve zihinsel ölümlerini kutladıklarının farkındalar mı?

Nedir soyutlama? Bir nesnenin özelliklerinden veya özellikleri arasındaki ilişkilerden herhangi birini tek başına ele alan zihinsel işlem. Yani, gerçeklikte ayrılmaz olanı düşüncede ayırma işlemi. Bir şeyi bir yerden etkin bir biçimde bir yerden çekip çıkarma. Ya da edilgin bir şekilde bu işleme maruz kalma. Yeryüzündeki her varoluş biçimi, diğer varoluş biçimleriyle nitelik ve ilişki bakımından iç içe geçmiştir, ayıramazsınız. Ama insan soyutlar; zihninin etkinliği soyutlamaya dayanıyor çünkü. Kendi kozmozunu yaratırken şeylerin nitelik ve ilişkilerini kendi zihin yapısına göre soyutlayıp, istediği nitelik ve ilişkileri içeri alacak, istemediklerini dışarıda bırakacaktır. Ve aşırı soyutlanmış nesnelerle kuracaktır düzenini. Ama iş burada bitmiyor. Kendi aralarında geliştirebilecekleri olası ilişkileri engellemek için içerideki şeylerin nitelik ve ilişkilerinden durmadan soyutlanması ve şeylerin boyutsuz noktalar haline dönüştürülmesi gerekiyor. Ve bedenler, bir düzlem üzerindeki noktalara indirgendiğinde, onları istediğiniz gibi manipüle edebilirsiniz.

Bu düzlem aynı zamanda iktidarın av sahasıdır; nokta atışıyla avlamayı seviyor. Bazı noktalar av olurken, diğer noktaların zihinleri kültür endüstrisinin ürettiği dizilerde hayatın anlamını aramakla, dizileri soyutlamakla meşgul. Soyutlamanın soyutlaması olan insan, soyutlamanın hâlâ etkin bir varoluş olduğunu düşünüyor. Çıplak olan, kral değil; insandır. İktidarın soyması yetmiyormuş gibi, bir de soyutladığı doğa tarafından soyutlanıyor şimdi. İnsan, bedensel ve zihinsel boyutlarını yitirmiş bir noktadır. Avlakta noktalar arasında bir nokta olarak dolaşmayı, yaşamak ve düşünmek ile karıştırıyor. Soyutlama sürecinde yitirdiğimiz, bizi yeryüzüne, birbirimize bağlayan boyutlarımızı yeniden kazanabilir miyiz?