E.M. Wood’un siyasal düşüncenin toplumsal tarihi yaklaşımı her şeyden önce, tarih ve maddenin birlikte düşünülmesidir. E.M. Wood’un çalışmaları; sadece bir literatür özeti ya da tartışması olmamış hatta ilgili literatürün serimlenmesine dayalı çalışmaların “sözde” tarihsel maddeciliğinin yanında yöntemsel olarak da tarihsel maddecilik örneği olma niteliği taşımaktadır.

E.M. Wood: Bağlamın maddiliği

ÖRSAN Ö. AKBULUT

Ellen Meiksins Wood, kapitalizmde yeni bir yapısal kriz sürecine girildiği 1970’li yıllarda, siyaset felsefesinin maddi bağlamı üzerine Neal Wood ile birlikte düşünmeye ve yazmaya başlamıştır. Kapitalizmin “altın çağı” sonrasında girilmiş olan bu kriz, 1990’lı yıllara kadar durgunluk biçiminde görünürlük kazanarak varlığını sürdürmüştür. Özellikle gelişmiş kapitalist ekonomilerde belirginleşen kriz, kapitalizmin oluş ve işleyişi üzerine yeniden düşünmek ve toplumsal koşulların maddi bağlamını sorunsal edinerek, kapitalizmin kriz süreçlerinde bütüncül olarak belirginleşen niteliklerinin üretim biçimine ve ona ilişkin diğer tüm tamamlayıcı unsurlara yönelik bağlam konusunu gündeme getirmiştir. Nitekim, 1970’li yıllarda, Wood’un çalışmalarından fazlasıyla yararlandığı Robert Brenner da kapitalizmin kökeni üzerine yazmaya ve bu köken konusunda ticarileşme tezini ileri sürenlerle tartışmaya başlamıştır. Post-modern ve post-yapısalcı düşüncenin de yeşermeye başladığı bu yıllarda E.M. Wood, Eski Yunan’da Platon ve Aristo’nun düşüncelerinin bir sınıf ideolojisi olarak maddi-tarihsel bağlamını ortaya koymaktaydı.

Kapitalizmde yapısal kriz dönemlerinde üretim biçiminde ortaya çıkan kârlılığın düşmesi olgusu, sermayenin değersizleşme süreçlerini belirginleştirip hızlandırmakta, bu süreci aşmaya yönelik sermayenin organik bileşimini düşürme ve/veya artırma çabalarının yoğunluğu da toplumsal ve siyasal alanlarda dalgalanmalara yol açarak bütüncül bir etki ya da eğilim yaratabilmektedir. Sermayenin değersizleşme süreçleriyle ortaya çıkan dalgalanmalar, hem üretim biçiminin niteliği hem de onun siyasal ve toplumsal unsurları üzerinde tartışmaların ortaya çıkmasını kolaylaştırıp zemin oluşturmaktadır. Dolayısıyla, 1970’li yıllar söz konusu krizin durağanlaşarak süreklilik kazandığı bir dönem olması bakımından pek çok düşüncenin ortaya çıkmasına uygun bir iklim olmuş, E.M. Wood’un düşüncelerinin biçimlenmesinde bağlam oluşturmuştur.

Wood, 1970’li yıllardan başlayıp 1990’lı yıllarda daha yoğun bir biçimde, siyaset felsefesinin ya da siyasal düşünceler tarihinin maddi-tarihsel bağlam temelinde ele alınması üzerinde çalışmıştır. Nitekim İkinci Enternasyonel’de kimi örnekleri görülen; özellikle düşüncenin maddi temeli ve tarihsel bağlamı üzerine yapılan çalışmalar, Wood tarafından siyaset felsefesinin pek çok düşünürünü kapsayacak biçimde genişletilmiş ve felsefe tarihselleştirilerek somutlaştırılmıştır. Wood’un yapısalcı Marksizmin yapı ve tarihi ayıran ve tarihsel maddeciliği soyutlamacı aklın tutsağı haline getiren yaklaşımından uzaklaştıran bu ortodoksiyi yeniden güncellemesi, post-modern ve post-yapısalcılığın altın çağında salt soyutlama temelli inşacı yöntemlerin öznelci yönelimlerinin sorgulanması ve tartışılması için de temel oluşturmuştur. Sınıfın kimliğe indirgenerek içinin boşaltıldığı ve böylece kapitalizmin görünmez kılındığı ‘post’lu dönemde; kapitalizm dahil tüm toplumsal olgular birer siyasal inşa olarak kavranmaya başlanarak, materyalizmin hem maddi hem de tarihsel yönü ortadan kaldırılıp yok edilmeye çalışılmıştır. Tarih-madde bütünlüğünden yoksun bir maddeci kavrayış, modern ya da post-modern fetişistik aklın zeminsiz soyutlamalarının bir parçası olmaktan öte bir anlam taşımaz. Dolayısıyla, Wood’un siyasal düşüncenin toplumsal tarihi yaklaşımı her şeyden önce, tarih ve maddenin birlikte düşünülmesidir.

1990 sonrası dönem ise; küresel kapitalizmin yükselişe geçirilmesiyle özellikle finansallaşmayla üretim etkinliğinin baskılanması ya da tamamlanmasıyla belirgin bir karakter kazanmıştır. Bu dönem, aynı zamanda sanayinin daralarak “kol” işçiliğinin istihdam edilebilirliğinin azaldığı, buna karşılık maddi olmayan emek tartışmalarıyla “fikri emek”in yalıtık baskınlığının ilan edildiği özelliklere sahiptir. Küresel kapitalist dönem, sermayenin para-sermaye görünümünün kârın önemli kaynaklarından biri haline getirildiği ve aynı zamanda sermayenin organik bileşiminin artırılarak işgücünün üretimde-sanayide istihdamının sınırlandırıldığı ve beraberinde siber-mekân-zaman aracılığıyla mekanın baskılandığı ve bunun sonucunda mahalin belirginleştirildiği; artık neredeyse kapitalizmden bahsedilemeyeceği hatta kimlik düzeyine indirgense bile sınıftan söz etmenin çağdışı olduğu ve artık değere el koymak yerine borçlandırılarak tahakküm kurmanın var olan gerçeklik olduğu iddiaları için zemin oluşturmuştur. Tüm bunlara rağmen; E.M. Wood 1990’lı yıllarda kapitalizmin kökeni tartışmalarını yeniden gündeme getirerek sanayi-kapitalizm özdeşliğinin tarihsel olarak yanlışlığını tarımsal kapitalizm örneğiyle tarihsel olarak ortaya koymuş, emek gücünün metalaştırılması bakımından işgücünün niteliğine yönelik olarak yapılan yapay ayrımları boşa çıkartmış; diğer yandan emperyalizmin sona erdiği ve bir imparatorluğa dönüştüğü tezleri karşısına, sermayenin imparatorluğunu çıkartarak, kapitalizmin tarımsal kökeni ve burjuva-kapitalist özdeşliğinin tarihsel reddi konularında da katkı sağlamıştır. Böylece Wood, kapitalizmin sermaye birikim rejiminde ortaya çıkan maddi koşullarındaki değişmeyi bu kapsamla ilişkilendirerek açıklamak yerine, bu birikim rejimi değişikliğini veri alıp ya da görmeyip ancak buna bağlı olarak ortaya çıkan toplumsallığı ya da somutu ya da “tikellerin çoğulluğunu” kapitalizmden soyutlayıp açıklayan ve sahiplenen kimlikçi bol post’lu, neo’lu ve pre’li yaklaşımlara karşı sınıfı odağına alarak yanıt vermiştir. Bu yaklaşımın, tarihsel-maddi bağlamın en çok gerekli olduğu bir döneme denk düşmesi de tesadüfi değildir.

EKONOMİK VE SİYASAL ALAN

E.M. Wood’un, bağlamın maddiliğini ortaya koyma çabasının bir başka önemli ürünü, ilgili alanda çokça yanlış anlaşılan ekonomik alan ve siyasal alan ayrılığı konusudur. Bilindiği gibi; kapitalist toplumun yeniden üretimi konusu, literatürde, hem devlet üzerinden hem de özellikle son dönemde salt siyaset ekseninde tartışılır olmuştur. Hatta kapitalizmin İngiltere özgünlüğü ve istisnası ile büyük ölçüde yine ancak İngiltere’nin ekonomik zor etkisi altında devlet aracılığıyla biçimlendirilmesi olgusu bir yana; neredeyse tamamen devlet tarafından oluşturulduğu ve dahası işletildiği tezleri, tüm alanı kaplamıştır. Zaten geçmişten gelen “ekonomizm” takıntısına her şeyi ekonomi ile açıklama “utangaçlığı” da eklenince artık kapitalizmin “en ekonomik” niteliklerini bile açıklamak ve tartışmak yerine tamamen siyasi saiklerle oluşan ve işleyen bir “üretim sistemi” olarak sözde açıklanması ön plana çıkarılmıştır. Üretimi ekonomiyle özdeşleştiren bu bakış açısı, bir yandan ekonomik zor olgusunu unutturmuş diğer yandan kapitalizm, neredeyse bir “bütünleyici kertenin” ve “rıza”nın ürünü haline getirilmiştir.

E.M. Wood öncelikle yapı ve tarihi birleştirerek, kapitalist üretim biçiminin özgünlüğünü açıklamaya çalışmıştır. Wood’un kapitalizme geçiş ve tarımsal kapitalizm konularıyla ilgisi de bu kapsamla bağlantılıdır. Dolayısıyla Wood’a göre, kapitalizmin diğer üretim biçimlerinden farklılaştığı özgün yönü, ekonomik alan ile siyasal alan arasındaki ayrılıktır. Bu ayrılık savı; liberal kuramın “piyasa ve devlet ayrı olmalıdır”, “devlet piyasaya müdahale etmemelidir” tezinin bir doğrulaması gibi en basit ve yalın haliyle yorumlandığı gibi, diğer yandan günümüzde özellikle ekonomi ve siyasetin iç içe olduğu, gündelik gözleme dayalı sözde önermelerle de yargılanabilmektedir. E.M. Wood’un konuyla ilgili düşüncesinin bu tartışmalı bakış açılarını içeren bir kavramsallaştırmadan çok uzak olduğu açık olmakla birlikte açıklanmaya da muhtaçtır.

Ekonomik alan ile siyasal alan arasında ayrılık olduğu tezi tarihsel maddeci literatürde zaten var olan ve tartışılan bir tez olmakla birlikte, Wood bunu kapitalizmin özgünlüğüne vurgu yaparak geliştirir. Nitekim kapitalizmde artık-değerin oluşturulması ve bu değere el konulma süreci saf ekonomik olarak gerçekleştirilir. Feodalite hatta diğer üretim biçimlerinde olduğu gibi, kapitalizmde artık’a el koyanlar hem mülk sahibi hem de aynı zamanda siyasal konumlar-özneler değildir. Kapitalistler, artık değere el koyarken bunu doğrudan devletin ya da siyasal konumların-öznelerin ekonomi-dışı güçleri olmadan yaparlar. Dolayısıyla, bu kavramlaştırma, siyasetin-devletin piyasaya doğrudan doğruya müdahale etmemesi ya da bu ikisinin ayrı olduğu tezleriyle örtüşmez. Ancak Wood’a göre, bu ayrılık biçimseldir; dolayısıyla devlet dolayımlayıcı niteliğiyle bu süreci tamamlar. Bu tamamlama hiçbir biçimde, artık-değere el konulmasında devletin doğrudan katkısı olduğu sonucunu doğurmaz. Devlet sermayeden vergi alabilir, gerekirse ücretlerin asgari oranını belirleyebilir, sermayeye yönelik teşvikler verebilir, dönemine göre fiyat belirleyebilir, faizleri düzenler, eğitim ve sağlık örgütlenmesini gerçekleştirir, güvenlik ve yasa çıkarma faaliyetlerini yürütür. Bu; hem yapısal olarak kapitalizmdeki devleti tüm diğer devletlerden ayırır hem de kapitalizmdeki devleti yönetenlerin aynı zamanda ekonomik alanda doğrudan doğruya artığa el koyan konumda olmadıkları anlamına gelir. Nitekim feodal bey hem mülk sahibi hem de yargılama hakkına sahip olan hem de bunların sonucu olarak imperium sahibi/ya da iddiası olandır. Ancak, kapitalistin doğrudan konumsal bir siyasi kişiliği yoktur. Bu doğrultuda Wood’a göre, aslında ekonomik alan ve siyasal alan bu biçimsel ayrılığına rağmen birbirini tamamlar; devlet dolayımlayıcı niteliğiyle bu tamamlayıcılığı kolaylaştırır. Ancak, bu durumda, bu iki alan zaten bir bütünlük oluşturuyorsa neden biçimsel de olsa ayrılık tezine yer veriliyor diye sorulabilir. Bu sorunun temel yanıtı yukarıda kapitalist üretim biçiminin özgünlüğü konusunda verilmişti ancak vurgulamak gerekir ki biçimsel olan burada basit bir işlev yerine getirmez. Dolayısıyla da, Wood’un ekonomik alan siyasal alan ayrılığı tezi aslında kapitalizmde devletin “bütünleyici kerte” ya da “rıza”yı kolaylaştıran iddiaların ötesinde konumlandırılmasını içerir. Nitekim bu ayrımla, kapitalist devletin gayri-şahsi olarak sunulan karakteristiği ile “göreli özerklik” sapmasına yol açan sözde denge konumu da açıklığa kavuşur. Çünkü belirtilen biçimsel ayrılık ekonomiyi ve siyaseti kapitalizm bütünlüğünde ayrıştırmaz ancak biçimselin somutu oluşturucu bir özelliği de vardır. En önemli somutlaştırıcılık, bu iki alanın somut düzlemde yalıtıklığının yeniden üretimidir. Örnek vermek gerekirse, ekonomik alandaki roller yani sınıf ve siyasal alandaki konumlar yani yurttaşlık ayrı somutluklar olarak konumlandırılır. Siyasal alandaki tek meşru “öznenin” yurttaşlık olması bir yanılsama ya da yanlış bilincin sonucu değil, siyasal alanın ekonomik alandan somut yalıtıklığıdır. Yine, demokrasi tartışmasının neredeyse tamamen siyasal alanın sınırları içine hapsedilip ekonomik alanda bundan söz edilememesi ve bunun kurumsallaştırılmaması da bu biçimselliğin bir somutluğudur. Bu somutluk, işleyişsel düzeyde sonuç doğurur. Ekonomik roller yani sınıfsallıklar siyasal alana ancak yurttaş ya da kimlikler dolayımıyla aktarılabilir. Tüm bunlar, kapitalizmin bütünlüğü içinde yine bir somutluktur. Kapitalizmde ya da kapitalizmin bütünselliğinde, yurttaşlık veya kimlikler ekonomik alanın ve bu alandaki rollerin siyasal dolayımlayıcılarıdır. Böylece Wood, post’lu iddiaların tarihsel maddeciliğe yönelttiği, ekonomik alanın siyasal alana doğrudan yansımaması eleştirisini yok hükmüne indirger. Çünkü bu, kapitalizmin yapısal bir özelliği olarak söz konusu iki alanın somut yalıtıklığından kaynaklanır. Ancak bu yalıtıklık, kapitalizmin bütünlüğünde, ekonomik alandaki konumların siyasal bir nitelikleri olduğu ve siyasal alandaki konumların ve “öznelerin” de ekonomik içerikleri olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu görünüşsellik gerçek olmasa da somuttur.

Wood, bu ayrımı basitçe alt yapı–üst yapı ayrımıyla benzeştirmez ve dolayısıyla bu iki alan arasında karşılıklı etkileşimi siyasal alanın özerkliği üzerinden kurmaz. Kimi istisnalar bir kenara, siyasal alan ve buradaki “öznelerin” ekonomik içerikleri vardır. Siyasal alanın ekonomik alan üzerindeki etkisi de ancak bu içerikten bağımsız olarak gerçekleşmez.

E.M. Wood, yaşanılan dünyayı ve toplumu açıklamak bakımından üretim biçimlerinin oluşsal varlığı ile kapitalizmin ve emperyalizmin belirli bir tarihsellikteki maddi bağlam olarak konumunu, bu konumun tamamen reddedildiği bir dönemde yeniden gündeme getirmiş üstelik bunu siyasal olanı hatta sivil toplumu-kimliği odağa almadan yapabilmiştir. E.M. Wood’un çalışmaları sadece bir literatür özeti ya da tartışması olmamış, ilgili literatürün serimlenmesine dayalı çalışmaların “sözde” tarihsel maddeciliğinin yanında yöntemsel olarak da tarihsel maddecilik örneği olma niteliği taşımaktadır. Wood’un çalışmalarında, ekonomik olan, siyasal olan, kültür ya da ideolojiye ilişkin olan birer kerte ya da birer kategori ya da birer değişken olarak sıralanmaz; tüm bunlar, kapitalizmin bütünlüğü içinde maddi bağlamlarıyla ortaya konulur.