İdeal bir yönetim, tüm yasamanın “ortak iyi” için yapıldığı ve tüm yurttaşların karşılıklı bağımlılık içinde olduğu bir cumhuriyetti.

Edebî ütopyacılıktan teorik ütopyacılığa radikal aydınlanma düşünürü: Morelly

Ateş USLU

Aydınlanma Çağı’nı bir bütün olarak sahiplenen ya da bir bütün olarak reddeden yaklaşımlara alternatif olarak kimi düşünürleri Aydınlanma düşünürlerinin aralarındaki farklılıkları gündeme getirerek tasnifler önermişlerdir. Jonathan Israel gibi tarihçilerin ılımlı Aydınlanma - demokratik Aydınlanma tasnifi böyle bir ihtiyacın sonucudur. Locke ve Montesquieu gibi ılımlı Aydınlanma düşünürleri yerleşik siyasal kurumlar, toplumsal yapılar ve dinsel inanışlara karşı çıkmamaya özen gösterirken radikal Aydınlanma düşünürleri (örneğin Spinoza ve Diderot) gerektiğinde bunları kökten sarsarak dönüştürmeyi hedefleyebilmişlerdir. Bu mutlak anlamda keskin bir ayrım değildir, bazı düşünürler kimi konularda ılımlı, kimilerinde radikal bir tavır takınabilmişler ya da yaşamları boyunca bir mevziden diğerine geçebilmişlerdir.


Etienne-Gabriel Morelly adlı, yaşamı hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz bir düşünür, Radikal Aydınlanma’nın en önemli temsilcilerindendir. Muhtemelen okul öğretmenliği ve vergi memurluğu gibi işler yapmış, 1740’larda insan ruhu ve insan kalbi gibi konularda eserler yayımlamıştı; 1750’lerin başındaysa siyaset ve hukuk teorisine katkılar yapacaktı. Diyalog formunda yazdığı Hükümdar’da (1751) insanların doğal özellikleri ve iyi bir hükümdarın sahip olması gereken nitelikleri diyalog formunu kullanarak sıralamış, bundan kısa bir süre sonra Basiliade adlı ütopik romanında (yay. Şubat 1753) benzer fikirleri işlemişti. Basiliade’ın ilk basımı hızlıca Paris’in önemli gazetelerinin ağır eleştirilerine hedef olmuştu. Yazar Şubat 1754’te taslak haliyle ilgililere ulaştırdığı, 1755’te matbaaya verdiği Doğanın Yasası adlı son kitabını Basiliade’daki fikirleri temellendirip savunmak için yazmıştı. İlk iki kitap gibi bu da yazar ismi olmaksızın yayımlanmıştı. Morelly Doğanın Yasası’nda roman gibi edebî bir form kullanmak yerine ütopyasını teorik bir çerçeveye yerleştiriyor ve başka düşünürlerle polemiğe giriyordu. Kitap, bu tarz bir teorik ütopyacılığın ilk örneğidir.

Morelly’nin üç eseri de benzer fikirler içerir. Ona göre iyilik ve diğerkâmlık insanların doğalarına has özelliklerdi; başkasının yardımına koşmak ve başkalarının yardımına muhtaç olmak tüm insanlar için zorunlu ihtiyaçlardı. Herkesin herkese muhtaç olması genel bir iyilikseverlik durumunu ortaya çıkarıyordu. Bu fikirler Hobbes ve Mandeville gibi düşünürlere yöneltilmiş eleştiriler olarak okunabilir: Onlar yarar arayışını insanın temel bir özelliği ve toplumun kuruluşunun temeli olarak görürlerken Morelly için ihtiyaçtan doğan iyilik tek tek insanların ve toplumun başlıca özelliğiydi (Roza, s. 56). Düşünürümüz, insanlığın ilk çağlarında mülkiyetin var olmadığı da ısrarla belirtiyordu.

Doğa durumundan uzaklaşma, insanların aralarındaki mesafenin artmasının sonucuydu: Nüfus fazlalaştıkça insanlar akrabalık bağlarını unutup birbirlerinden uzaklaşmışlar, göçler arttıkça bu uzaklaşma daha da artmıştı (Code, s. 73). Böylece kaçınılmaz ama kötü bir karar verip yasalara boyun eğmeleri gerekmişti. Kendi istekleriyle yasalara boyun eğen bu “ilk köleler”, despotizmin kurulmasına can-ı gönülden destek vermişlerdi. Doğa durumunda varolan iyilik, eşitlik ve özgürlükten uzaklaşmanın temel nedeni, yasa koyucuların kötü kararlarıydı. Toplumda statü ve mülkiyet eşitsizliği arttıkça “ortak iyi”nin zarar gördüğünü, doğal uyumun bozulduğunu, özgürlüğün ortadan kalktığını, toplumun bölündüğünü ve baskının arttığını anlatıyordu. Çıkar ve mülkiyetin ortaya çıkmasıyla insan ruhunun içindeki tüm yumuşak, barışçıl duygular boğulmaya başlamıştı (Basiliade, II, s. 132-134).

edebi-utopyaciliktan-teorik-utopyaciliga-radikal-aydinlanma-dusunuru-morelly-1145655-1.


İçinde bulundukları ve farkında olmadıkları kölelik şartlarına rağmen insanlar kendilerine içkin olan özgürlüğü aslında muhafaza ediyorlardı (Code, s. 102). Morelly’nin ütopyacılığı Rousseau’nunkine göre çok daha belirgindir. Basiliade insanların doğayla uyumlu hale gelmesinin mümkün olduğuna dair fikirlerle sona eriyordu, Hükümdar ve Doğanın Yasası ise geleceğin iyi toplumunun nasıl olması gerektiği üzerine fikirlerle doluydu. Son kitabın dördüncü bölümü, üretim, yönetim ve aile gibi pek çok konuda on iki kategoriye bölünmüş halde bir dizi düzenleme önerisi içerir. Mülkiyet olmazsa onun zararlı sonuçları da olmayacaktı. Onun ütopyasında toplumsal hiyerarşiye, asillere yer yoktu.

İdeal bir yönetim, tüm yasamanın “ortak iyi” için yapıldığı ve tüm yurttaşların karşılıklı bağımlılık içinde olduğu (böylece ilk insanların durumuna benzer bir şekilde yaşadıkları) bir cumhuriyetti. Morelly’nin ideal demokratik yönetim anlayışına dair verdiği ayrıntılar, More’un Ütopya’sında sunduğu hiyerarşik ve patriyarkal yönetim sistemini anımsatır: Her aile babası elli yaşına geldiğinde senatör olacak, diğerlerinin de kendi mesleklerini ilgilendiren konularda düzenleme yapıldığı takdirde fikirleri alınacaktı. Aileler kabilelerin parçası olarak örgütlenecekti, her aile bir kabile şefi seçecekti, bunlar ömür boyu görev yapacaktı. Kabile şefleri sırasıyla, bir yıl için, kent şefi olarak görev yapacaklardı. Kent şefleri arasından yine bir yıllığına il şefi seçilecekti. Bunlar, ölene kadar görev yapacak olan bir devlet başkanı belirleyeceklerdi. Küçük devletler için daha farklı düzenlemeler öneriyor, örneğin bu hiyerarşiyi sadeleştiriyordu.

Morelly’nin “doğaya uygun” yönetimi aile babaları üzerinden gitse de yazar pek çok başka konuda kadın-erkek eşitliğinin doğada var olduğu ve gelecekte de yeniden tesis edilmesi gerektiği konusunda ısrarcıydı. Özellikle Basiliade’da toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda önemli değinilerde bulunuyor, boşanma yasağına, görücü usulü evliliğe ve bekâret takıntısına karşı çıkıyordu. Erkekler ve kadınların cinsel ilişkiden aldıkları haz aynı olmalıydı; cinselliğe olumsuz anlamlar atfetmekten vazgeçilmeli, onun insanlar üzerindeki olumlu yönleri gündeme getirilmeliydi.

Doğanın Yasası 1755’te yayımlandığında büyük ilgi çekmişti. Rousseau’nun aynı yıl yayımladığı İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine Söylev’i yazarken bu kitaptan etkilenmiş olması olasıdır. Pek çok okur, eserin Diderot’nun kaleminden çıktığını düşünmüştü, Diderot bu iddiaları yalanlamadığından eser uzun yıllar boyunca ona izafe edilecekti. Fransız Devrimi’nin başlangıcından itibaren emekçilerin ya da küçük mülk sahiplerinin sözcüsü olan devrimcilerin, örneğin Gracchus Babeuf’ün başlıca ilham kaynağı, eşitlikçiliği ve ütopyacılığıyla başka Aydınlanma düşünürlerinin eserlerine kıyasla çok daha radikal olan Doğanın Yasası��ydı.

Israel, Jonathan I., Enlightenment Contested: Philosophy, Modernity, and the Emancipation of Man, 1670-1752, Oxford: Oxford University Press, 2006.
Morelly, Etienne-Gabriel, Le Prince: Les Délices des Coeurs, 2 cilt, Amsterdam, 1751; Naufrage des isles flottantes, ou Basiliade, 2 cilt, [Amsterdam], 1753; Code de la Nature, [y.y.], 1754.
Roza, Stéphanie, “Une filiation clandestine ? De Morelly au Discours sur l’origine de l’inégalité”, Philonsorbonne, 5, 2010-2011, 47-62.