Atasü, ‘Türk Romanında Gezinti’ isimli deneme ve ‘Şairin Ölümü’ isimli öykü kitabını Can Yayınları etiketiyle yayımladı. Atasü ile yazın dünyası odağında, gelişen ve dönüşen dünyada edebiyata dair konuştuk.

Edebiyat ne işe yarar?

BURAK ABATAY
Deneme nedir, denemeci ne yapar, nasıl çalışır? Aslında fikri birikimini ülke tarihiyle, toplumsal gelişimiyle de yoğurup ortaya bir söz bırakır denemeci. Max Norman, “Deneme hakkında iyi bir kitap yoktur, sadece denemeler vardır” der. Her dil mutlaka iyi denemecilere sahip olmalıdır. Nurullah Ataç’ın, Salah Birsel’in, Vedat Günyol’un, Enis Batur’un, Sabahattin Eyüboğlu’nun, Haydar Ergülen’in bize bıraktıkları ya da bırakacakları da bu yüzden hem dilimiz için hem de günün yarına aktarılması için önemlidir. Bu isimlerden birisi de Erendiz Atasü’dür. Öyküleriyle edebiyatımızda araladığı kapı, hafızası ve hatırasıyla da dilimizi zenginleştiriyor. Bu satırları yazarken, kısa bir süre önce Can Yayınları etiketiyle yayımlanan iki kitabın zihnimde bıraktığı lezzete güvenerek yazıyorum. Atasü imzalı iki kitaptan birisi ‘Türk Romanında Bir Gezinti’, farklı ekollerde, farklı tarzlarda günümüz çağdaş romanını irdeliyor. Örnekleriyle, alıntılarıyla gelenekten de ışık yakan kitapta birbirinden güzel yazılar okuyoruz. Öte yandan Atasü, ‘Şairin Ölümü’ isimli kitabıyla da öykülerini okuruyla paylaştı.

Birçok kitabı ödüllere de sahip olan Atasü ile mail yoluyla bir sohbet gerçekleştirdik. Ağırlıklı olarak ‘Türk Romanında Bir Gezinti’ kitabına ilişkin sorduğum Atasü’den günümüz edebiyatına dair değerli cevaplar aldım. Şüphesiz ki onun varlığı ve üretimde bulundurması dilimiz için büyük bir şans.

DENEME YERİNİ BULUR

Edebiyatımız ürettikçe, dil yaşayıp yaşattığı sürece deneme de bundan nasibini alacaktır diye düşünüyorum. Tam da buradan hareketle “Türkiye’de denemecilik hep yerini aramış bir tür” diyorum Atasü’ye. Ve soruyorum: “Sizce yerini buluyor mu ya da buldu mu?” Şöyle yanıtlıyor: “Eli kalem tutan insanlar arasında, kültür birikimini alçakgönüllülükle özümseyen, bu özümseyiş üstüne kendi düşüncelerini oluşturabilen, düşüncelerini içtenlikle ve yüreklilikle paylaşabilen insanlar çoğalırsa, deneme türü edebiyatımızda yerini bulur, diye düşünüyorum.”

edebiyat-ne-ise-yarar-619506-1.

‘Şairin Ölümü’nün ışığında hangi konulara ağırlık verdiğini, duyarlılıklarının neler olduğunu soruyorum. Erendiz Atasü nasıl görüyor kendini? Atasü şunları diyor: “’Şairin Ölümü’ okurunun göreceği gibi, beni hayatımın şu aşamasında toplumsal olarak en çok ilgilendiren, Türkiye’nin hazin kaderidir. Bir önceki kitabım ‘’Baharat Ülkesinin Hazin Tarihi’’ de aynı hüznün çevresinde örülmüştü, bu kitaptaki ‘’Pruva Şehir Şehir Devletinin Sulara Gömülmesi’’ de öyledir, hiç hüzünlü bir biçemi olmamasına karşın. Tarihsel süreci edebiyatın alanları içinde çözümleme denemeleri, bunlar. ‘Devrimler niçin yarım başarılar olarak kalır?’ sorusunun çevresinde dönüyorlar.”

DİNCİLİK VE EDEBİYATI

“Kafamı kurcalayan başka bir toplumsal soru” diye devan eden Atasü bir problem olarak köktendinciliğin edebiyatta görülmemesini ifade ediyor: “Kimi sevgili arkadaşlarımda bile vaktiyle gözlemlediğim ve beni çok yaralayan aydın duyarsızlıklarıdır. Bu öykü kitabındaki ‘’Baharat Ülkesinden Bir Aydın’’ öyküsünde görüleceği gibi: Yükselen, hatta can alan köktendinciliği görmeme ısrarından söz ediyorum. Sanatçının devrim süreçleriyle ilişkisi ve düştüğü açmazlar da üzerine düşündüğüm bir konu. Kitabın adını taşıyan öykü, Mayakovski’nin yaşamından esinlidir; ama, bir sanatçı simgesinin anılan süreçle örtüşen ve çatışan kişisel yolu üzerine kalem oynatma olarak da okunabilir. Kişisel olarak zihnimi kurcalayan konu ise, hafıza; belleğin işleyişi, rüyaların bellekle ve kişilikle ilişkisi. Kişisel hayatın özü bellekte durur, öyle değil mi? Oysa bellek sabit bir organ değil, durmadan -gençlikte dahi- yıkılan ve yeniden örülen bir yapı.”

KAPİTALİZM SONRASI EDEBİYAT

Çağımız edebiyatın gerçekliği için giderek biraz daha sıradışılaştığını düşünüyorum. Teknoloji kulağımızda, cebimizde ya da oturduğumuz koltuktayken, can yakıcı gerçekliğin edebiyat tarafından nasıl ve ne kadar göründüğü merak konusu. Öte yandan tüm bu gelişmelerle beraber romanda gerçekçi biçim, sınırlarını yeniliklerle nasıl aşabilir? Söz gelimi, gerçekçi bir roman yeni bir yaşam tahayyülünü, yenilikleri nasıl dilde barındırabilir? ‘Türk Romanında Gezinti’ kitabında bu sorulara farklı yaklaşımlar sezilirken, Woolf’un gerçekçilik üzerine olan görüşlerine yer veriyor Atasü. Ama mesela kapitalizmin yok olduğu bir dünyada edebiyat kendini buna nasıl hazır edecektir? Bu sorulara karşılık ise şunları söylüyor:

“Kâhin olmadığım için bu sorulara net bir cevap veremeyeceğim. Şu kadarını söyleyebilirim: Bugünkü gidişat yani şirket, mal ve kar temelli hayat sanatın hiçbir türünün gelişebilmesi için uygun değil. Paranın hızlı sirkülasyonu uğruna, özensizliğin, yalap şalap yapılan işlerin, yüzeysel olarak edinildiği sanılan aslında edinilemeyen bilgilerin ve deneyimlerin, geçiştirilen duyguların ve ilişkilerin, kısacası kar değirmeninde öğütülen bir insanlığın sanat diye bir yaratısı olmayacaktır. Yakın gelecekte Kapitalizmin ortadan kalkıp yerine insancıl bir düzenin kurulacağına dair bir belirti görmüyorum.”

Çok yazıldı, çok tartışıldı. Edebiyatta şiddet meseleleri (zoofili, pedofili vs.) büyük bir kesim tarafından büyük bir öfkeyle karşılandı. Peki edebiyatın sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor? “Hayata dair her şey edebiyatın konusudur” diyen Atasü, konuyla alakadar iki koşulu ortaya koyuyor: “Güzelduyudan ayrılmamak (ayrıldığı an zaten edebiyat olmaktan çıkar), ve okuyanı suça özendirmemek.” Ayrıca bu metinlere dair ise tartışılan daha farklı bir şey söylüyor Atasü: “Kişisel olarak ben, böyle bir metinden, olayı resmetmesindense, bu eğilimlerin psikoljik ve kültürel köklerini sorgulamasını beklerim.”

ERKEK ŞİDDETİ VE EDEBİYAT

Toplum olarak gerçekten tarihimizin en sancılı dönemlerinden birinden geçerken, sıkıntıların en büyüklerinden birisi olarak da kadına yönelik şiddet ortaya çıkıyor. Her gün başka bir vakanın yaşandığı Türkiye’de edebiyat bunun için ne kadar güçlü? Atasü’ye göre, toplum hâlihazırda edebiyat sevgisi ve yaygın edebiyat okurluğuna sahip olsaydı; ilkel ve kaba güç şimdiki gibi ortalık kol gezmezdi. Bununla beraber olarak da, kadınlar olarak hayat boyunca çeşitli kaynaklardan çeşitli şiddet biçimleriyle karşı karşıya kaldıklarını ifade eden Atasü, “Kadın yazarların bunları dile getirmesine şaşılmamalı. Ancak edebiyatın elbette şiddeti ortadan kaldıracak bir gücü yok” diyor.

Atasü’nün dilimize kazandırdıklarıyla mutlu oluyorum. Üzerine konuştuğumuz iki kitabı okumamışsanız hâlâ, isterim ki geçmişe ve geleceğe dönük okumalarınıza ışık tutması için okuyun. Hem öyküsündeki saf, arı dille ve toplumsal duyarlılığıyla hem de denemelerindeki izlencesiyle.