Edebiyatın anlattıkları

AYŞE BİLGE SELÇUK*

Bugün hem birey hem toplum olarak yaşadığımız sorunların bir kısmı duygusal yetkinlik konusunda yaşadığımız güçlüklerden kaynaklanıyor. Duygularımızı kontrol etmekte, uygun şekilde ifade etmekte zorlanıyoruz. Ve ondan da önce, belki çoğu zaman, duygularımızı fark edemiyor, gerçekte ne hissettiğimizi ayırt edemiyoruz. Bunun altında yatan sebeplerden biri toplumsallaşma. Yani hemen her konuda nasıl davranmamızın uygun olduğunu yaşamın ilk aylarından itibaren bize öğreten toplumsal şekillendirme süreci. Duygularımız da bundan azade değil. Toplumsal cinsiyet rolleri, erkeklere korku ve üzüntü, kadınlara ise kızgınlık ve öfke göstermenin kabul edilebilir olmadığını öğretiyor. Korku ve üzüntü, kırılganlık belirtisi. Kızgınlık ve öfke ise atılganlığın tetikleyicisi. Halbuki ataerkil kültürde erkeğin kırılgan olması, kadının ise atılgan davranması makbul değil. Daha yaşamın ilk yıllarında, 2-3 yaş civarı, çocuklar bunu ayırt etmeye ve göstermeye başlıyorlar. Erkek çocukları, korkmanın, kaygılanmanın, üzülmenin “erkeğe yakışmadığı” gibi kuvvetli bir mesajla yetiştiriyor toplum. Oysa bunlar doğumdan itibaren, kültürden bağımsız, evrensel olarak kız-erkek tüm bebeklerde gördüğümüz temel duygular. Çünkü işlevseller. Gösterilmesi kabul edilir olmayan korku ve kaygı, kendini kabul edilebilir bir formda, yani öfke ve kızgınlık olarak ortaya koyuyor.

Erkeklerin çocukluktan itibaren gösterdiği saldırgan davranışların altında kaygı ve korku yatması nadir değildir. Kadınlar da, benzer bir toplumsallaşma sürecinde, kızgınlık ve öfkeyi bastırmayı öğrenir, bu duyguları üzüntü şeklinde ifade edebilirler. Kadına öğretilen yumuşak ve narin yapıda olduğu, kızmanın, öfkelenmenin dahi ona yakışmadığıdır.

Bunlar elbette üstünde uzun uzun durulması gereken meseleler. Hem bireysel hem toplumsal sorunlarımızın altında yatan sebeplerden biri bu, duygusal yetkinliğimizin düşük olması. Duygu tanıma, duygularımızı fark etme, anlama ve uygun şekilde gösterme ile tanımladığımız duygusal yetlinlik becerisi ülkemizde oldukça düşük. Hakkında en az konuştuğumuz şey duygularımız. Oysa aldığımız kararları, düşüncelerimizi, davranışlarımızı, sağlığımızı etkiliyor duygularımız.

Bu yukarıda saydıklarım, yani erkeklerde korku, kaygı ve üzüntünün, kadınlarda ise öfke ve kızgınlık göstermenin kabul edilebilir olmaması durumu ataerkil kültüre ait özellikler, sadece Türkiye’ye, bizim kültürümüze özgü değil. Ama bizde bunun üzerine bir de bireye önem vermeme durumu var. Toplulukçu kültürlerde birey değil, topluluktur önemli olan. Bireyin kendini öne çıkaran duygu ve deneyimleri, ancak topluluğun uyumunu ve işleyişini bozar. Bu sebeple sadece topluluğu ilgilendiren konularda duyguların gösterilmesi uygundur. Bastırılan duygular ise psikolojik ve fiziksel sağlıktan tutun, iletişim sorunlarından kaynaklanan bireysel ve toplumsal pek çok problemin altında yatan önemli bir sebeptir.

Peki bunların değişmesi nasıl mümkün?

Bunun cevabı uzun. Ama burada kısaca şunu söylemek mümkün. Değişim için ilk koşul farkındalık. Duygularımızın farkında olmadığımızı fark etme... Küçük küçük, bebek adımlarıyla yapmakta zorlandığımız konular hakkında düşünmek, o konularla ilgili uğraşmak önemli. Çocuklarımızın bu konularda daha yetkin olmasını istiyorsak, hemen belirtmekte yarar var, değişim önce yetişkinlerde olmalı. Yetişkinlerin kendilerinin bazı şeyleri nasıl yaptıkları önemli. Buna duygu ifadeleri, duygu kontrolü, duygular hakkında konuşma ve empati kurma dahil.

Duyguların insanlara hissettirdikleri, duyguların nasıl yaşandığı ve insanın duygularıyla nasıl baş ettiği hakkında bize bilgi veren kaynaklardan biri de edebiyat ve sinema. Sinema, görsel yönüyle duygusal becerilerin gelişmesinde çok güçlü bir araç. Animasyonlar da bu konuda çok başarılı. Edebiyat, özellikle iyi yazılmış çocuk kitapları, detaylı tasvirlere yer ver romanlar, çocuklara belki de gözle görülmesi mümkün olmayan şeyleri anlatıyor. Çeşit çeşit duygunun, bazen birden çok duyguyu bir arada yaşadığımız karmaşık hislerin başkaları tarafından da yaşandığını öğrenmek, düşüncelerin sebep olduğu duygular, duyguların sebep olduğu düşünceler, tüm bunların yol açtığı davranışlar hakkında edebiyat da sinema da çok engin birer kaynak. Psikodrama da benzer bir yolla duygusal becerilerimizi geliştirmeye katkı yapıyor.

Duygularımız önemli. Beynimizin akıl ve mantıktan sorumlu önbölgesi devreye girinceye kadar duygularımız çoktan işleme alınmış, tepkilerimizi şekillendirmeye başlamış oluyor. Hakkında konuşmakla kolay kolay bitmeyecek konulardan biri. Şimdilik sadece bir giriş yapmış olalım.

*Koç Üniversitesi Çocuk ve Aile Çalışmaları Laboratuvarı Direktörü