Paranın olduğu yerde melanet vardır derlerdi eskiden. Geçen hafta devletin edebiyata  parasal desteğine değinmiştik.

Paranın olduğu yerde melanet vardır derlerdi eskiden. Geçen hafta devletin edebiyata  parasal desteğine değinmiştik.

Konuya kaldığı yerden devam etmek istiyorduk. İncelikli eleştirileri edebi bir dille aktarmak derdine düşmüştük. Ancak, gündeme bir de “ulufe kültürü” düşüverdi. Hükümetin Bakan’ı Bekir Bozdağ, hâkim ve savcılara zam müjdesi verdi. Öyle ki, mesleğe yeni başlayan bir hâkimin beş bin liranın üstünde maaşı olacakmış. Ne zaman yasalaşacak bu tasarı? Onun da yanıtı verildi; 14 Ekim’de. Adı Bakan olan zat, herkesin de gözlerinin içine bakarak anlatıyor; efendim Meclis olağanüstü toplanmış. Bu nedenle gündem bitince yeniden tatile girip, 1 Ekim’de yeniden açılıp, Kurban Bayramı nedeniyle yeniden kapanacakmış. Ancak 14 Ekim’den sonra normal çalışmasına başlayacakmış! Yani HSYK seçimlerinden sonra! Yani hâkime ve savcıya, uslu olsunlar, paralel olmasınlar, hükümetin yargıcı olsunlar diye yasayla ulufe dağıtılacak. Yıllar önce uyanık bir belediye başkan adayı, bir grup seçmene tek pabuç dağıtmış. Diğer tekini de seçimi kazandığında vermiş! Bozdağ paşa da böyle buyurdu,  Çarşamba selamlığında!

İktidar yargı alanında parayı bu denli uluorta dağıtırken, edebiyat alanında para saçılması niye örtülü, gizli olur demenin artık bir anlamı kalmıyor. Geçen hafta eleştiride bir ağırlık, belli bir düzey oluşturma çabamız da boşunaymış vesselam. Biz eleştiriyi “edebiyatlı” ve “edebi” yapmaya çalışırken, iktidar yargı alanında oyunu açık oynuyor.

Ülkede ilmiye sınıfı çoktan iktidarın boyunduruğuna boynunu uzattığından, onların ulufesi ise çoktan kesildi. Mesleğe yeni başlayan hâkime beş bin lirayı çok görmüyoruz. Ancak bir profesörün maaşı bu miktarın altında. Olsun! Onların isyan etme olasılığı yok nasılsa. Ellerindeki ilim gücünü hükümetin aleyhine kullanma tehlikesi yok. Dahası ellerindeki ilmin, güç olduğuyla bile ilgili değiller. Eminim pek çok üniversite harıl harıl fahri doktora cübbesi diktirmektedir Cumhurbaşkanı için.

Biz gelelim yine edebiyatın para ile dansına. Aslında, buradaki dans, yazarın değil, iktidarın dansıdır. Para, yazı, edebiyat konularında farklı örneklerimiz var. Yakın zamanda Necip Fazıl Kısakürek ve bazı başka yazarların devletin örtülü ödeneğinden para aldığı bilgisi medyada yer aldı. İktidar parayı, yazarın iyiliği için değil, kendisi için öder, bunu biliyoruz. Çünkü kendine “nitelikli eleman” yetiştirmek ister. İster ki, bu nitelikli eleman iktidarla organik bir ilişkisi olmadan, bürokratik ilişki kurulmadan iktidarı savunsun. Bu ilişkinin en elastiki bütünleyicisi, hiçbir dini, imanı, ırkı olmayan, belkemiği, omurgası bulunmayan bir nesne; yani paradır.

İktidar nitelikli elemanı farklı yollarla yetiştirmek ister. Örneğin II. Abdülhamit’in “Muallime mektepleri” kadınların eğitimi için ileri bir adımdır. Ama bir yandan da sultanın  iktidarına geri besleme işlevi görür. Benzer bir biçimde, modernite çabasında girişen Cumhuriyet döneminde de “muallime” yetiştirmeye önem verilmiştir. Çünkü, Cumhuriyet  ideallerinin toplumun her kesiminde yaşatılması ve yüceltilmesi amaçlanıyordu. Kadınların öğretmen olması kötü değil elbet. Bu yola harcanan para da insanları çok rahatsız etmez. İşin içine böyle dolayımlar girdi mi, ortaya olumlu sonuçlar çıkabilir. Ama elini doğrudan para kesesine atıp, yazara fırlatırsan, yazara takla attırmış olursun. Yani o zaman bizim de başlığımız değişir; yazarın iktidarın parasına taklası!

Haftaya dize; “Bir hüzün kalıyor ayakta tutan bizi” ( Attila Aşut, Acının Külrengi, Serander Yayınları)