Edebiyatta altmış yıl
Fotoğraf: Kadir İncesu

Konuk Yazar
Esme ARAS

1944’te Ankara’da dünyaya gelen edebiyatımızın usta kalemi Necati Tosuner, her yaş için yazdığı kitaplarıyla 60 yılı geride bıraktı. Yazarın çocukluğu ve ilk gençliği Ankara’da geçti. İlk öyküleri Resimli Posta Gazetesi’nde (1963) yayımlandı. Yazar lise yıllarında İstanbul’a taşındı, orta öğrenimini orada tamamladı. Basın-İlan Kurumu’nda ve reklamcılık sektöründe çalıştı. Bir süre Almanya’da yaşadı. Ülkeye döndükten sonra kurduğu, 1977’den 1986’ya kadar yönettiği Derinlik Yayınlarıyla edebiyatımıza pek çok eser kazandırdı. Bir dönem Ankara’da yaşamış olan Tezer Özlü’nün “Çocukluğun Soğuk Geceleri” adlı romanının ilk yayıncısıdır.

Necati Tosuner, eserlerinde gerçekçi bir anlayış benimsedi. Kendi gerçeğiyle toplumun gerçeklerini bir araya getirdiği farklı bir üslup yarattı. Kendine has şiirsel yalınlıktaki üslubuyla kısa öykü türünün ustalarından olan Tosuner’in, öykü ve romanlarında öz yaşamından kesitler bulunur. Yazar bu konu hakkında şunları söylemiştir: “Demek ki, yazarlığa heveslendiğimde, anlatılacak hazır bir derdim vardı. Ama kendini ameliyat etmeye benzer kendini anlatmak. Eziyetlidir. Yine de, sonuç başarılıysa, güzel olur. 1965 – 1972 yılları arasında yayımlanan ‘Özgürlük Masalı, Çıkmazda, Kambur’ adlı kitaplarımda, kendimi yoğun biçimde anlattığım öyküler yer alır.”

Necati Tosuner’in ilk öykü kitabı “Özgürlük Masalı”nın yayımlanmasının üzerinden 57 yıl geçmiş. Altmış yıla yayılan edebiyat yaşamına sekiz roman, on öykü, bir deneme, yedi çocuk kitabı, bir tiyatro oyunu sığdıran Tosuner, aynı zamanda gönüllerin ve ödüllerin yazarı olmayı başardı. Geçtiğimiz haftalarda yedincisi düzenlenen Antalya Edebiyat Günleri kapsamında kendisine bir onur ödülü de orada takdim edildi.

Yazarın yaşamında ve yazarlığında Ankara’nın izlerine baktığımızda ilk ürünlerinin o kentin gazetelerinde basıldığını ama bir süre sonra yazarın orayı terk ettiğini görürüz. Ancak yazın dünyasında olgunluğa erişmiş pek çok yazar gibi değildir onun Ankara’yı terk ediş öyküsü. Onun yaşamında Ankara, “yalnızlık duygusundan kurtulmak için” gittiği bir kent olmuştur. Daha lisedeyken baba evini bırakıp İstanbul’a gitmekte “Yalnızlıktan kaçıp yalnızlığa sığınmak” duygusu vardır. İlk kitabı “Özgürlük Masalı”ndaki ilk öykünün adı da bu nedenle “Yalnızlığa Övgü”dür.

Ankara’da doğmuş olmak Ankara’ya değerli bir yazar kattı ve o yazarın metinlerinde mekân olarak var olmayı, sonsuza dek yaşamayı kazandırdı hiç kuşkusuz. Ama bir dönem Ankara’da yaşamış olmak, Tosuner’in eserlerine de yansıdı: Onun yaşadığı yerler ve kişisel yaşamından izler olarak çocukluğu, gençliği, memurluk günleri, toplumun değer yargıları, evlenme çabası, sevmek diye tutuşmalar, yanılgılar, umutsuzluklardan umut yaratmalar… Bu temalar yazarın ilk üç kitabında genişçe anlatılır. Yazarlıkta hiç bitmeyen bir şey daha vardır, o da çok eskiden yaşanılmış bir şey yıllar sonra gelir, yazılanda yer tutar. Tıpkı onun roman üçlemesi “Kasırganın Gözü, Susmak Nasıl Da Yoruyor İnsanı?, Korkağın Türküsü”nde okurlarını Kumrular Sokak ve Sakarya Caddesi’nde gezdirmesi gibi.

BİR UMUT YEŞERTİSİ

Necati Tosuner’in Ağustos 2022’de İş Bankası Kültür Yayınları tarafından okurla buluşturulan son kitabı “Salgında Öyküler” bir saygı duruşu niteliğinde, sağlık çalışanlarına ithaf edilmiş. Yirmi iki öykünün bulunduğu kitabı elimize alıp kapağına baktığımızda, yemyeşil çimenlerin üzerine serilmiş çaputtan bir kilim resmiyle karşılaşırız. Bu resim hem salgın döneminde dışarıyı özlediğimiz günlere bir gönderme hem de yazarın çocukluğuna bir özlem niteliğindedir. Okudukça öğreniriz ki, çocukluğuna doğru çıktığı düşsel yolculukta onu karşılayan annesiyle o kilimin üzerinde hasbihâl eder yazar. Kitabın kapağını araladığımızda alışılmışın dışında, öykülerine uzun isimler verdiğini görürüz. Şiir dizesi gibi alt alta yazılmış öykü adları, ona göre öyküye dâhildir ve öyküler hakkında okuruna ipucu vermelidir.

Salgının insan yaşamını işgal ettiği ve toplu ölümlerin gün günden çoğaldığı zamanlarda, yitirdiğimiz umudu kalemiyle yakalamış Tosuner. Yalnızlığa inat sancılarını yazarak dindirmiş o. Hem yalnızlık hem yaşlılık ve hastalık günlerindeki çaresizlik, bir tren hızıyla hayatlarımıza çıkagelmişken, bu kitap, her şeye karşın bir umut yeşertisi ve bu umudun yeşertisini ne yapıp edip dört duvar arasında arayıp bulmanın bir neticesi gibi duruyor bugün karşımızda.

Hem bir iç anlatının olduğu hem de pencerenin önünden dışarıya bakan bir çift dikkatli göz sayesinde salgın günlerinin edebi bir lezzetle anlatıldığı bu öyküler, üzerinden geçen zamana ve tarihe not düşecek hiç kuşkusuz. Çünkü onun dilinde, gençlerin ve 65 yaş üstü yetişkinlerin dışarıya ancak izinle çıkabildiği saatlerde bisikletten düşmenin sevinci yaşanıyor, maskelerin altındaki gülüşler giderek belirginleşiyordu. Kimsesizliğin ve silinmişliğin izlerinin sindiği, zil sesinden yoksun kalan okullar ile çocuk seslerinden yoksun kalmış sokakların aynı kaderi paylaştığı o günlerde bir sevgilinin sevinç veren arayışları, mutlu bir randevunun habercisine de dönüştü. Sonra, izin günlerinde tekrarlanan o buluşmalarda, ara sıra lafa karışan bir kumru sesi de duyuluyor ve her ötüşünde şarkısını yalnız onlar için söylüyordu. İşte o şarkı, Tosuner’in anlatımında belki de şu sözlerle karşılığını buldu:

“Sonra göründü onun uzaktan yavaş yavaş gelişi. Coşkunluktan bir coşkunluk seç bakalım… Hemen pencerenin bir kanadını açıp, ben buradayım yaptım. Gelip karşıda durdu, bana baktı oradan. Saçlarında güneş… Yorgun bir sevgili duruşu: Sessiz ve altyazısız.”