“Zaman zaman Beyoğlu sokaklarında da arzı endam ettiklerini gördüğümüz bu marjinaller edepleriyle durdukları müddetçe bu ülkenin renklerinden biri olarak kalabilirler.” İstanbul’da böyle tehdit etti ‘marjinalleri’, hadlerini bildirdi de denilebilir.

Marjinal olabilmek için edepsiz olmak gerekir zaten. Ama mesele bu değil. Marjinallik, egemen edep dayatmasının ne denli edepsiz olduğunun kanıtıdır, diye anlatmaya kalkmaya da gerek yok. Kusura bakmasınlar, aşağılanmış hissetmesinler ama anlayamazlar, onları aşar…

Kimleri hedef gösterdiğini verdiği yer bilgisinden yola çıkarak anlayabiliriz. Beyoğlu’nda, İstiklal’de zaman zaman gördüğü eylemciler olmalı. Hani basın özgürlüğü, LGBTQ, Feminist, barış yürüyüşlerine katılanlar, Cumartesi Anneleri. Yani dönüp dolaşıp uyandığı kabusu: Gezi. Kulaklarından tutup atacağı ‘komünist’ öğrenciler ve onlarla ‘iltisaklı’ öğretim üyelerinden söz ederek marjinal tanımını kendisi de netleştirdi, aynı konuşmasında. Hani, şu ‘türbanlı’ öğrencilerin eğitim hakları için mücadele edenler…

Mesele hakikaten bir zihniyet ve edep anlayışı. Nasıl bir edep? “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” işte bu yüzden alametifarikası. Ahlaki yargısını, kendi dışında olanın insafına bırakma. Hoşgörü ve merhamet gibi iki baskıcı kavramla birlikte son on beş yılın egemen edep anlayışının özü.

Kendinden olmayana, edebiyle durduğu sürece hayat hakkı tanımayı hoşgörü diye yutturmaya kalkan bir edep! Haddini bildiği sürece merhamet eden, ama haddini aştığında kellesini almakta tereddüt etmeyen bir dünya görüşü. Çünkü, insan eşrefi mahlukat ya ona göre. En üstün olan insan olduğundan, kendinden aşağıda olanları hoş görmeli ve zaten zayıf olana merhamet etmeli. Tabii edepli oldukları sürece.

Öyle bir edep anlayışı ki; örneğin kadın kendisine çizilen edepli hayata uygun yaşamadığında tecavüz edilmeyi de hak etmiş oluyor. Elde edilen rantın bir bölümüyle cami yaptırılır, Kuran kursu yurduna destek yapılırsa her türlü yolsuzluk bir çırpıda aklanıyor. Alnı secdeye değiyorsa, liyakati olmasa da ataması yapılabiliyor. Eşrefi mahlûkat olduğundan kendi dışındaki tüm âlem onun hizmetinde olmak zorunda. Öyle ise ırmaklar insanın hizmetinde olduğundan üzerine HES yapılmasında bir sakınca yoktur. Yeter ki, HES’in sahibi dini vecibelerini yerine getiren bir mümin olsun. En azından elde ettiği ranttan komisyonu vermekte tereddüt etmesin.

Öyle bir ikiyüzlülük ki, eyleminin sorumluluğunu alabilme cesareti ve onuru yerine, ne yaptıysam yaratan adına, onun için yaptım diyerek, sıyrılma kurnazlığı. Ben bu boğazı kendi özgür irademle kesmiyorum, inandığım yaratanın buyruğunu yerine getiriyorum diyenle, aynı ahlaki yargıya sırtını dayama rahatlığı. Yaratılanı yaratandan ötürü seven, aynı ilkeye dayanarak kendi eylemlerinin sorumluluğunu da yaratana yıkmış oluyor.

Edepleriyle onu destekledikleri sürece örneğin ‘Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’ bile olmalarında sakınca yok; hoşgörü gani, yeter ki referandumda evet desinler, Beyoğlu’nda istedikleri gibi fink atabilirler. Elinde viski kadehiyle poz vermesinde de beis yok; yeter ki Ergenekon, Balyoz kumpaslarının borazanlığını yapsınlar. Marjinallikleri tabii ki hoş görülür, ne de olsa edebe uyuyorlar. Ne zaman edepsizliğe başlarlar, o zaman merhamet değil gazap bekler onları.

Gezi döneminde Fatih Altaylı ile yapılan röportajda bir bölüm vardır, Gezi’dekilerin içki içmeleriyle ilgili. “İçki içen herkes alkoliktir” deyince, Altaylı sitem eder; “ama içki içenler arasında AKP’ye oy verenler de var” diye. Yanıt çok samimidir, “Ak partiye oy veriyorsa alkolik değildir!” İşte böyle bir edepli marjinallik.

Şimdi anlıyor musunuz, neden gayri Müslimlere gösterdikleri hoşgörünün binde birini bile “benim kâbem insandır” diyenlere gösteremediklerini. Feyz aldıkları Ebussuud’un, bir Kızılbaşın Müslüman sayılabilmesi için önce Hristiyanlığa geçmesi, ancak ondan sonra Müslüman olabileceğine dair fetva vermiş olmasının anlamı da burada yatar.

İnsana sadece insan olduğu için değer verenle, yaratılanı yaratandan ötürü seven arasındaki ahlaki fark burada yatar. O yüzden bir sosyalist, eğitim hakkı için türbanlı öğrencinin yanında mücadele etmeyi görev bilir; bir siyasal İslamcı ise sosyaliste, ancak edebiyle durduğu sürece hoşgörü gösterir!

“Benim kabem insandır” diyenle Kolombiya’daki Zapatista; İstiklal’deki LGBTQ bireyle İran’da başörtüsünü çıkarıp fotoğraf çektiren kadın; Boğaziçi’nde barış diye haykıran öğrenci ile Beyaz Saray önünde toplanan silah karşıtı yüzbinler; La Higuera köyünde katledilenle Kızıldere’de katledilenler, evet hepsi de onun/ onların edepleri yerine kendi ahlak ve onur ilkelerine uyan ‘marjinallerdir’. Biz sizin edebinizden değiliz, sakın bizle kendinizi bir tutmayın…