Ozanların gerçek çabasının kamusallık, ortaklık ve buna yönelik isteklere yön vermek olduğunu belirtiyor Cansever. Kamusal olana ve isteklere “bir çeşitlilik, yeni bir biçim, en önemlisi de yeni bir kişilik kazandırmaktır.”

Edip Cansever ya da Düşüncenin Şiiri: Logosa Doğru

Güçlü Ateşoğlu

Çok hoş bir şey söylüyor Cansever: “Din kavramını genişletin: Çeşitli öğretilerin de sarsılmaz, değişmez bir dayanak olduğunu düşünün! O zaman insanı öteki yaratıklardan ayırt eden düşüncenin nasıl durduğunu, nasıl katılaşıp kolaylaştığını, yeniliklerin nasıl düşmanca izlendiğini görüp şaşıracaksınız.” Burada şairin yenilik getirici rolü aklında, düşünceyi genişleten ve açan. “Düşüncenin durması, hayatın da durması“ anlamına gelecek, “çatışmanın yok olması.” Cansever’in tavrı, yeni, belki de ilerinin motorunun çatışma olduğunu söylemesi, Kant’ın toplumların ilerlemesini sağlayan şeyin onların “toplumdışı toplumsallık” olduğunu söylemesi, insanın hem hırslarının ve çıkarlarının peşinde koşarken toplumdışı bir karakter sergileyeceği hem de diğer insanlardan, dolayısıyla toplumsallığından vazgeçemeyeceği yönündeki Aydınlanma düşüncesini hatırlattı; bu düşünceyi sonrasında Hegel de Marx da geliştirecekler. Şiir, insan düşüncesinin durmadığını kanıtlayan belgedir Cansever’e göre. Şairin yalnızlığıyla çok yanlılığı arasında bir çatışma mevcuttur. Şair yanlı olandır, karşı koymayı bilmelidir, tıpkı kişinin/kişi-olmanın karşı koymayı bildiği gibi.


Şimdi bir başka metnine geldik: “Soyut Somut.” Burada Edip, şiirin somut mu yoksa soyut mu olması gerektiğine dair soruya cevap arıyor ve zekice bir hamle yapıyor. Şiiri şiirden soyutlamak mümkün mü sorusunu soruyor. Burada yine şiirler arasında kadim çağdan bu yana bir ortaklığın, ortak düzenin olduğu düşüncesinin olumlanması gündemde. Bu ortaklığın dışında yer alacak olan şiirlerin canlılığını, etkinliğini ve işlevlerini yerine getiremeyen şiirler olduğunu belirtiyor. Gadamer’in “uygarlığımızda şair görevini yerine getiriyor mu, bir görevi var mıdır bu çağda?” demesi gibi. Cansever’e göre “şiir tarihi içinde yer alan, çağdan çağa uygulanabilen, kendi öz gerçeğini yitirmeden değişebilen bütün şiirler, canlı, yaşaması olan (yaşayan) organik bir bütün kurarlar. Şiirin somutluğu da, önce bu (organik) bütünlüğe bağlılığıyla orantılıdır. İşte şiirin şiirden soyutlanması, ozanın bu bütünlüğe boşvermesi“ anlamına gelecektir. Burada da, az evvel bahsettiğim gibi, mekanik ve cansız olandan, belki de tarihsizliğinden yakınılarak organik yaşamdan ve bu organik yaşamın organik unsurlarından bahsetme var. On sekizinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla adım atarken Alman Romantikleri, Schelling ve Hegel de benzer bir tartışmayı yürütmüşlerdi. On yedinci yüzyılın mekaniğe dayalı bilimi ve felsefesi, hatta siyaset teorisi karşısında yaşamın ve doğanın, dolayısıyla tinsel ve doğal olanın kendilerini düzenleyip örgütleyen organikliği sayesinde paradigmayı değiştirmişlerdi. Alman Romantikleri ve Schelling bu canlılık fikrinin tepesine şairi ya da estetik bilinci koyarlarken, Hegel kavramsal olanı, eş deyişle felsefeyi koymuştu. Cansever’in şiiri koyduğu gün gibi açık. O, “Şiirler şiirlere eklenerek, dil, yapı (vb) bakımından nasıl bir düzen yaratıyorlarsa; çeşitli şiirlerdeki çeşitli öğeler de, duygular, düşünceler de birbirleriyle kaynaşıp çözülerek bu düzenle çakışırlar“ der.

Önceki çağların ya da kuşakların şiirlerinin anlamı yeni şiirin anlam dünyasını etkiler. Cansever ozanların yeni duygular, yeni heyecanlar peşinde koşan kimseler olmadığını iddia ediyor; bu biraz tartışma götürür gibi gözüküyor. Düşüncelerin gelişimi diyalektik açıdan tutku, duygu ya da heyecanları da değiştirmez mi? Şimdilik bu soruyu dışarıda bırakıyorum. Ozanların gerçek çabasının kamusallık, ortaklık ve buna yönelik isteklere yön vermek olduğunu belirtiyor Cansever. Kamusal olana ve isteklere “bir çeşitlilik, yeni bir biçim, en önemlisi de yeni bir kişilik kazandırmaktır.” Kamusallığın öğeleriyle organik bir yaşamın öğeleri birbiriyle örtüşen neliklerdir. İşte Cansever, bunu besleyecek her unsurun, her işlevin, her görevin belki de, “somutlama eylemine geçiş” anlamına geleceğini belirtiyor.

Ne var ki bu, Edip’in soyut olanı dışarıda bıraktığı gibi bir izlenim oluşturmasın. Bilimde ya da felsefede soyut terimler ve kavramlar vardır. Bunların farklı filozoflarla ve dönemlerde ele alınması, eleştirilmesi, terimlerin ya da kavramların gelişmesine neden olur. Özgürlük, hak, özel mülkiyet gibi kavramlar kendi başlarına ele alındıklarında somut olandan yalıtılmış ve soyut kavramlar gibi gelebilir; fakat, özgürlük kavramının negatif anlamının eleştirisi bizi pozitif özgürlükle buluşturabilir. Aynı şekilde, politik iktisatçıların özel mülkiyet kavramını soyutlayarak tarihsel-olmayan bir kavram gibi ele almaları, Marx’ın politik iktisadın eleştirisini yapmak suretiyle tarihselleştirilmiş ve somutluk kazanmıştır. Cansever şiirdeki soyutluğun, bir sonraki dönemin onu eleştirmesi sayesinde, dolayısıyla şiirin şiiri, düşüncenin düşünceyi çağırmasıyla somutluk kazanır. Bunun, “şiirler arası savaş”la, hatta ve hatta, “ozanın kendi şiirleri arasında da” olabileceğini belirtiyor. Olumsuz olan soyut şiir, ona göre, “olsa olsa daha yazılmamış... belli bir şiir düzeninde yer almamış, geleneğinden kopuk, geleceğe yönelmemiş, salt ozanını ilgilendiren her türlü şiir”dir. Cansever’i Turgut Uyar’ın şiir üzerine söylediklerini işlerken tekrar ele almak istiyorum. Aynı logosa dâhil olduklarını düşünerek, İlhan Berk’le birlikte…