Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Gazetelerde, televizyonlarda bizler okur ve izleyici olarak hep imza sahiplerini ve “ekran yüzleri”ni görür, onları tanırız. Oysa basın-yayın organlarında çalışan yüzlerce “adsız kahraman” vardır. Onlar görünmez emekleriyle yayınlara biçim verir, nitelik kazandırır. Gazetelerin yayın yönetmenlerini, yazı işleri kadrosunu, editörleri, düzeltmenleri ve teknik ekibi bu bağlamda sayabiliriz.

Özellikle “editörlük”, nitelikli yayıncılığın olmazsa olmazıdır. Ne yazık ki ülkemizde bu kurumun öneminin yeterince anlaşıldığı söylenemez. Markalaşmış büyük yayınevlerinin kimi kitaplarında bile gördüğümüz özensizlikler bu kanımızı güçlendiriyor.

Editörlük konusunu, 11 Haziran 2012 tarihli BirGün’deki “Editörün Sınırları” başlıklı yazımızda ayrıntılı biçimde ele almıştık. Genel çerçeveyi özetlemek bakımından o yazıdan bir bölüm aktarmak istiyorum:

“Yıllar sonra yaşamımıza ‘editörlük’ diye yeni bir kurum girdi. Kitle iletişim araçlarında işbölümü ve uzmanlık öne çıktı. Gazetelerde belirli sayfaların yönetimi, editörlerin sorumluluğuna bırakıldı. Haberlerin daha nitelikli bir içeriğe kavuşturulmasını amaçlayan bu çağdaş uygulamanın yararı tartışılmaz. Her alanda olduğu gibi, gazetecilikte de uzmanlığa değer verilmeye başlanması sevindirici bir gelişmedir.

Editörler sıradan düzeltmenler değildir. Batı kökenli bir kavram olan ‘editör’ün anlamı da zaten ‘yayına hazırlayan’ demektir. Editörün sorumluluğu, yazının “ham” halinden basılıncaya kadar geçen süredeki tüm aşamaları kapsar. İçeriğin özünde değişiklik yapmamak koşuluyla, bu süreçteki her türlü düzeltme ve müdahale yetkisi onundur.
Yazarlar, yazılarına dokunulmasından pek hoşlanmazlar. Bu doğaldır. Ama yayıncının da okura karşı sorumluluğu vardır. Özellikle dili aksayan, anlatımı bozuk, yazım yanlışlarıyla dolu bir metni, ‘yazar öyle istiyor’ diye, olduğu gibi okura sunamaz. Böyle yazıları düzeltmek, editörün doğal görevidir.”

Murathan Mungan, yıllar önce Milliyet gazetesinde kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Türkiye’de çok sayıda yetenekli yazar olduğunu ama iyi editörün çok az bulunduğunu” söylemişti.

“İyi editör” olmak, her şeyden önce Türkçeyi çok iyi bilmeyi, yanı sıra donanımlı olmayı gerektiriyor. Elbette bunun da bir maliyeti var. Ama yayıncılar genellikle bu maliyete katlanmak istemediklerinden, yetkin editörler yerine, işi düzeltmenlerle götürmeyi yeğliyorlar. Tabii, BirGün gibi özengen emekle çıkan, ekonomik olanakları zayıf gazeteler için durum başkadır…

•••

“Editörlük neden önemlidir?” sorusunun yanıtını, gazetemizden üç örnekle vermeye çalışacağım:

İrfan Değirmenci’nin 12 Mart 2018 tarihli BirGün’deki “Alkışlarla mı yaşıyoruz?” başlıklı yazısının spotu şöyle başlıyordu: “Ahmet Şık’ın tahliye olunca 400 seyirci ‘yaşasın hürriyet, kahrolsun istibdat’ diye haykırarak evlerine döndü.”

Bu nasıl tümce? En başta, özne-yüklem uyuşmazlığı var. Öznenin yalın biçimde “Ahmet Şık” olması gerekiyordu.

İkinci yanlış, “tahliye olunca” söyleminde. Kimse cezaevinden kendi isteği ile salıverilmez. Çünkü tutukluluk isteğe bağlı bir durum değildir. O nedenle tutuklu için “tahliye oldu” denmez, “tahliye edildi” denir. Tabii, “salıverildi” derseniz böyle bir sorun yaşamazsınız.

İrfan Değirmenci’nin akıcı ve düzgün bir anlatımı var. Bu yanlışlar ona ait olamazdı. Nitekim yazı metninde spottaki bozuk tümceyi göremedim. Belli ki sayfa sekreteri eklemiş, editörün de gözünden kaçmış.

•••

Yine 12 Mart 2018 tarihli BirGün’ün 7. sayfasında “Gazeteci Uysal hayatını kaybetti” başlıklı yazının bir yerinde şöyle deniyor: “Cumhuriyet Ankara Büro’da uzun süre siyasi partiler ve parlamento muhabirliği Uysal, ayrıldığı 1989 yılına kadar 9’u yılın gazetecisi olmak üzere 40’ı aşkın ödül kazandı.”

Tümcede “yapan” sözcüğü eksik olduğundan anlam karışıklığı yaşanıyor. Ama ben bu yanlış tümceyi daha önce cumhuriyet.com.tr’de okuduğum için, haberin bu siteden “kes-yapıştır” yöntemiyle BirGün’e aktarıldığını hemen anladım! İyi bir editör, başka yerden aktarsa da o metni mutlaka okur ve yanlışı düzeltir. Bazen yanlış yazılmış ajans haberlerinin de gazeteye olduğu gibi aktarıldığına tanık oluyoruz. Bu da bir editörlük sorunudur.

•••

ÖDP 9. Kongresi de yine 12 Mart 2018 tarihli BirGün’ün 9. sayfasında haberleştirilmiş. Sayfanın sağ köşesi ise konukların Kongre’deki konuşmalarına ayrılmış. Prof. Dr. Korkut Boratav’ın konuşmasını aktaran satırlarda bir tuhaflık gördüm. Habere göre Sayın Boratav şöyle demiş:

“Burada bulunan birçok insan gibi 12 Eylül’ü zindanlarda yaşamadım ama olan Sabahattin Ali amcamdı. Mahir Çayan öğrencimdi. İkisi de 12 Eylül faşizmi tarafından katledildi…”

Benim tanıdığım Korkut Boratav böyle anlamsız sözler etmezdi. Çünkü aktarımda hem Türkçe hem bilgi yanlışı vardı. Sabahattin Ali, Boratav’ın nasıl amcası olabilirdi? Hele hele Sabahattin Ali ile Mahir Çayan’ı 12 Eylül faşizminin öldürdüğü nasıl söylenebilirdi?

ÖDP Kongresi’nde yaptığı konuşmayı kendi ağzından dinlemek için sevgili Korkut Hoca’mı aradım. Gazeteyi henüz görmemişti. Metni telefonda okumamı istedi. Okudum. Çok şaşırdı ve “Sabahattin Ali, babamın (Pertev Naili Boratav) yakın arkadaşıydı. Ben ona amca derdim. Konuşmamda bunu belirttim. Mahir Çayan’la onun 12 Eylül’de öldürüldüğünü nasıl söylerim? Konuşmam çok yanlış aktarılmış” dedi.

Aslında az buçuk toplumsal tarih bilgisi olan insan, Sabahattin Ali’yle Korkut Boratav’ın akrabalık ilişkisi olmadığını ve ünlü yazarın, 1948 yılında derin devletin bir komplosu sonucu öldürüldüğünü bilir.

•••

Onca emekle hazırlanan gazetelerimizin bu tür yanlışlarla gölgelenmemesi için iyi yetişmiş düzeltmenlere ve editörlere ne çok gereksinimi var!