Akşam her zamanki gibi sofrayı hazırlamak için anneme yardım ederken, çoktandır oynamadığım, kahverengi tüylü ayımı da masaya oturttum. Önüne de bir tabak. Annem fark etimi bilmem ama bir şey demedi. Çorbamızı içerken başladım ayımla sohbet etmeye.

Efo teyze ile güzel bir plan

KADRİYE BAKŞİ

Mahallemizdeki büyüklerin çoğu asık yüzlüdür. Ne yapsınlar, hep işleri güçleri, aceleleri varmış, oynamaya, gülmeye, çocuklarla konuşmaya pek vakitleri olmazmış. Biri hariç.

Elektrikli ev eşyaları tamircisi Efo Teyze.

Onunla geçen yaz, annem fişi bozulmuş ütümüzü tamire gönderdiğinde tanışmıştım. Hemen arkadaş olduk. O günden beri sıkça bir bahane yaratıp, tamirci dükkanının yolunu tutarım.

Çarşıdan dümdüz inip sahile varınca, hemen sağda, dev gibi bir akasya ağacının gölgesinde, mavi badanalı küçük evini görmemeniz imkânsız. Ucunda, rengârenk camdan yapılmış bir papağan asılı ipi çekince, kapı açılır. Radyodan taşan neşeli türküler, kapı aralığından yayılıp kıyıdaki balıkçılara kadar ulaşır. Türkülerin arasından geçince, hop diye kendinizi Efo Teyzenin tamirhane olarak kullandığı ön odada bulursunuz.

“Hoş geldin adaşım.”

Efo Teyzenin adı da aslında benimki gibi Elif. Elif Aksoy.

“Bugün nasılsınız Efo Teyze, yetişecek işleriniz yoksa İngilizce sözcük ezberlememe yardımcı olur musunuz, yarın okulda test çözeceğiz de.”

İçeriye kim girerse girsin, tamircimiz önce elindeki aletleri tezgâha bırakır, bir sevinç kahkahasıyla selam verir. Bedenin derinliklerinden çıkıp gelen, gürültüsüz ve hemen karşısındakine bulaşan bir kahkahadır bu.

İşte şimdi, kırmızı çiçekli elbisesinin altında, göğüslerini titreterek başlayan gülüşü ağzını genişletti bile. Çalışırken kullandığı yakın gözlüklerini çıkardı. Burnunun üzerindeki kırışıklar çoğaldı. İki demet kuru ot gibi karmakarışık kaşları yukarı kalktı, gözleri muzırlıkla parlayan iki yıldız.

“Sayende ben de İngilizce öğrenmeye başladım Elifcim,” dedi sevinçle. “Sen harika bir arkadaşsın. Koy şuraya sözcük listeni, ben sorayım, sen İngilizcelerini söyle, sırayla sormayacağım ama bi oradan bi buradan.”

Listeyi üç defa yanlışsız geçince dersi bitirdik. Eline tekrar tornavidasını aldı, önündeki su ısıtıcısının tamirine devam etti. Biryandan da limonatalarımızı içerek sohbet ediyorduk.

“Kaçak Kahramanlar kitabını bitirdiysen, değiş tokuş yapalım mı, ben Çizgili Pijamalı Çocuk romanını çoktan bitirdim Elifcim.”

“Evdekiler sizi yine çocuk romanı okurken yakalamasın Efo Teyze, alay etmelerine çok üzüldüm doğrusu.”

İncecik bir teli bobine sararken durdu, gözlerimin içine bakarak gülümsedi.

“Bu konuda senin söylediklerin çok işime yaradı Elif. Hani şu doğru bulduğun şeye sahip çıkma meselesi… ‘Çocuk kitaplarını severek okuyorum, ne var bunda’ dedim, evdekilerin hepsi susup kaldı. Artık ne yorganın altında saklıyorum, ne de banyoya kilitlenip okuyorum; geçiyorum koltuğuma akşamları, açıyorum kitabımı. İşte bu kadar! Aklınla bin yaşa sen.”

Limonata bardaklarımızı tokuşturduk.

“Yaşasın aklımız.”

“Yaşasın kitaplarımız.”

Efo Teyze, ”e, sen nasılsın bakalım”, diye sorunca, konu yine anneme geldi ister istemez. Evet, artık daha az çalışıyor, eve daha erken geliyordu ama hala çok yorgun oluyordu. Akşam yemeğinde, sadece ertesi gün okul sonrası neler yapmam gerektiğini sıralıyordu. Arkasından tembihler ve yasaklar; ev ödevleri bitmeden arkadaşlarla buluşulmayacak, karşıdaki inşaat alanında oynanmayacak falan filan. Sonra susuyordu. Ha, bir de test yazmışsak aldığım notu sorardı tabi. Biraz televizyon, sonra doğru yatağa…

Sınıfımıza yeni gelen Figen’in gözleri görmediği halde kitap okuyabildiğini, Fatma Hanım Teyzenin kedisinin yavruladığını, dayımın gönderdiği resimlere bakarak uyuduğum gece rüyamda Kanada’yı gördüğümü falan anlatmam mümkün değildi.

“Çok yorgunum canım, başka bir zaman anlatsan…”

O gün Efo Teyze’nin aklına yepyeni bir fikir geldi. Acaba annemle sohbet etmek istediğimi ona oynayarak anlatsam bir faydası olur muydu? Birlikte güzel bir plan yaptık.

Akşam her zamanki gibi sofrayı hazırlamak için anneme yardım ederken, çoktandır oynamadığım, kahverengi tüylü ayımı da masaya oturttum. Önüne de bir tabak. Annem fark etimi bilmem ama bir şey demedi. Çorbamızı içerken başladım ayımla sohbet etmeye.

“Çorbanı sevdin mi Ayıcık?”

“…”

“Biliyor musun Ayıcık, Fatma Hanım Teyze kedisinin yavrularına benim isim koymama izin verdi. Renkli olana İncik, beyaz olana Boncuk, siyah yavruya da Üzümcük, adını koydum. Sen nasıl buluyorsun bu isimleri, beğendin mi?”

“…”

Annem kaşığı tabağın içine bıraktı. Hah, işte beni dinliyor! Oyuna devam.

“… İnanmayacaksın ama Ayıcık, dün gece rüyamda Kanada’daydım. Dayımın gönderdiği fotoğraftaki kunduzun aynısını gördüm. Bir de Vancouver’de yerlilerin totemleriyle süslü o büyük park var ya… Neydi ismi… Dur Ayıcık , şimdi aklıma gelecek?”

“Stanley Park.” Dedi annem.

“İşte o parkta Ayıcık, yığınla resim çekmiş dayım, yemekten sonra sana da gösteririm.”

“Birlikte bakalım mı?” Dedi annem. Ben aldırmadım, Ayıcıkla sohbete devam. Bu oyun çok şahane!

“Ha Ayıcık, Figen var ya, hani sınıfımıza yeni gelen, gerçekten harika bir kız. Müzik dersinde parmak uçları ile notaları okuyarak, Santa Lucia şarkısını hepimizden güzel söyledi. Nasıl bir şarkı mı? Ben Figen kadar güzel söyleyemem ama bak şarkı şöyle: “Deniz hülyalıdır, sahil fisuuun yaşar, gitaraaa sesinden, bin bir neşe taşaaar…”

“En gizli emeller, yükselir semaya, Santa lucia, Santa Luciaaa…”

O da ne? Annem şarkıya katıldı, önce sesi ile sonra kaşığı ile çorba tabağının kenarına vurup tempo tutarak.

İkimizin bildiği ne çok şarkı varmış. Söyledik. Sofrayı topladıktan sonra bilgisayardan Kanada fotoğraflarına baktık. Bana dayımı anlatmak annemin hoşuna gitti, biliyorum. Yatmaya her zamankinden daha geç gittik, televizyon falan da seyretmedik. Bütün akşamlarımız artık böyle geçebilir, biliyorum.

Teşekkürler, elektrikli ev eşyası tamirsisi arkadaşım Efo Teyze. Aklınla bin yaşa.

Her mahallede bir Efo Teyze olmalı bence. Belki de vardır kim bilir.