Saray rejiminin artık kendine oy veren inançlı, imanlı sade yurttaşların da yüzünü güldürme potansiyeli kalmamıştır. Cumhuriyetin kazanımlarına, ülkenin demokratik birikimine arkasını dönmüş bir zihniyet bu ülkeyi bir adım ileri götüremez

Efsane geri döndü: Gezi ruhu Maltepe’de

Gezi günlerinden beri ilk kez, daha demokratik, daha adaletli, daha özgür bir Türkiye’de yaşamak isteyen yurttaşlarımız evlerine mutlu, umutlu ve kararlı döndüler. Aslında Maltepe Buluşması CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun biraz gecikmeyle de olsa, yaşayan Gezi Ruhunu kavradığı ve kucakladığı kavşak noktasıdır. Ankara’dan başlayarak Hayır bileşenlerinin hiçbir sürtüşme ve gerginlik söz konusu olmadan, neşeyle, azimle, dayanışmayla İstanbul’a kadar omuz omuza yürümeleri, “Yeni Türkiye’nin” de habercisidir. 16 Nisan Referandumu’nun da gösterdiği gibi bu ülkenin çoğunluğu barış içerisinde, huzurla, hoşgörüyle “bir arada yaşama” iradesi gösteriyor; farklılıklarını bir zenginlik olarak görüyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “80 milyon vatandaşım için yürüdüm” vurgusu çok önemlidir. Çünkü Saray rejiminin artık kendine oy veren inançlı, imanlı sade yurttaşların da yüzünü güldürme potansiyeli kalmamıştır. Cumhuriyetin kazanımlarına, liyakata dayalı mekanizmalara, çağdaş ve laik bir eğitime, ülkenin demokratik birikimine arkasını dönmüş bir zihniyet bu ülkeyi bir adım ileri götüremez. Çünkü RTE daha fazla baskıya, daha sert şiddete başvurduğu ölçüde, içinde adalet hissinin zerresi kalmış kendi yandaşlarını da kaybedecektir.

Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’dan başlattığı ve büyük bir dirayetle sürdürdüğü yürüyüşle tarihsel bir sorumluluk almıştır. Kürsüden okuduğu 10 maddelik adalet çağrısının karşılık bulması ve ülkeyi selamete çıkarması için, önümüzdeki sürece ilişkin 10 maddelik bir “yol haritası” önermesi yararlı olabilir:

1- Ankara’dan başlayan yürüyüş tüm dünyaya, “çağdaş, demokratik değerlere bağlı, kadının gerçek bir özne olduğu”, “diğer Türkiye’nin” varlığını gösterdi. Bu karanlığı yırtabilmemiz sonunda Türkiye’nin kendi iç dinamiklerine bağlı olsa da, dış alem ilk defa Kılıçdaroğlu’nun kişiliğinde gerçek bir alternatifin varlığını hissetti. Önümüzdeki süreçte bu meşruiyeti diri tutacak, uluslararası dayanışmayı güçlendirecek diplomatik bir atak gereksinimi göz ardı edilmemelidir.

2- Büyük Yürüyüş’ün sosyolojisine bakılırsa CHP’nin tüm örgütünün özverili katılımı ve çabası yanında, bileşenlerin büyük ölçüde; kadınlar, laiklik kaygısı öne çıkan Cumhuriyetçi kesimler, Aleviler ve sosyalistlerden oluştuğu görülüyor. Gençlerin varlığının Gezi ölçüsünde belirgin olmadığını söyleyebiliriz. CHP sözcülerinin temennileri bir yana, ülkücüler, Saadet partililer vb. sağ unsurların katılımının sembolik düzeyde kaldığı saptanabilir… Önümüzdeki süreçte özellikle genç kuşakları kapsayacak yeni bir dil ve söylemi yakalamanın önemi ortadadır.

3- Maltepe konuşmasındaki sokak vurgusu; her fırsatta miting, yürüyüş düzenlemek değil, adalet hissinin zedelendiği her anda, her zeminde, her yaşam alanında hakkaniyetten yana anında taraf olmak anlamında değerlendirilmelidir. Parlamenter rejimin rafa kalktığı, milletvekili dokunulmazlıklarının bir anlam ifade etmediği bir ortamda, Büyük Yürüyüş’e fiilen ve kalben destek veren her yurttaş adalet mücadelesinin eşit söz sahibi bir öznesi, her zulümde, haksızlıkta adaletten yana tarafı kabul edilmelidir.

4- HDP milletvekillerinin İstanbul yolunda sembolik düzeyde de yürüyüşe destek vermeleri önemli bir açılım olanağı yarattı. Baştan beri nasıl AKP ‘nin çözüm sürecinin sahte ve samimiyetsiz olduğunu vurguladıysak, şimdi de Kürt sorununun demokratik çözümünde CHP’nin inisiyatif almasının öneminin altını çizmeliyiz. Bir arada yaşam iradesinin pekiştirildiği, Kürtler’in demokratik ve kültürel taleplerinin adalet arayışında karşılık bulduğu bir açılım, hem ülkenin en yakıcı sorununun çözümünde umut doğuracak, hem de yükselen adalet talebinin kitleselleşmesinde bir eşiğin daha atlanmasını sağlayacaktır.

5- Kılıçdaroğlu’nun kendine güvenini kazandığı bir noktada, Britanya Jeremy Corbyn örneğini objektif bir gözle değerlendirmesinde yarar var. Çünkü anaakım medyanın küçümsediği, parti elitlerinin dışladığı bir şahsiyetin, sendikaların ve sol aktivistlerin dinamizmi ve militanlığıyla bir sinerji yakaladığı 8 Haziran seçimleri, CHP-toplumsal muhalefet ilişkileri açısından da önemli dersler içeriyor.

6- Kılıçdaroğlu’nun söyleminde inancını, ibadetini önemseyen kesimlerin kalbini çalma çabası özel bir yer tutuyor. Bu duyarlılığın, laikliği kazanma mücadelesinin önemini yadsımak, laiklik olmadan adalet olmayacağı gerçeğinin üzerinden atlamak anlamına gelmediğini hatırlatmakta yarar var. Başta eğitim ve kadına bakışta gericileşmeyi net biçimde karşımıza almadan, selamete çıkma şansımız bulunmuyor.

7- Adalet kavramı, eşitlik ve özgürlük arayışlarının kavşak noktasıdır. Maddi olanaklara erişimde, yurttaşın emeğinin karşılığını alabilmesinde eşitlik sağlanmadan siyasal özgürlükleri kullanmanın anlamı azalır, tadı çıkmaz. Aynı şekilde, insanın fikirlerini özgürce ifade edebilmesinin, bu fikirler etrafında örgütlenebilmesinin önünde engeller varsa maddi imkanlar kişinin kendini geliştirmesi, gerçekleştirmesi için yeterli sayılamaz. Adalet kavramının üçüncü önemli bileşeni de, dayanışmadır. Hem eşitlik, hem de özgürlük talebini sırf kendimiz için yükseltmememiz, başkalarının bu haklara erişimi için de olanaklarımızı seferber etmemiz anlamına gelir dayanışma. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının bir yerinde yoksulluktan bahsetmesinin ötesinde, ülkemizde gelir ve servet adaletsizliğinin üzerine cesaretle gidecek, piyasacı zihniyeti teşhir edecek bir sosyal program önemli ve gereklidir. Bu açılım ekonomik adaletsizliklerden beli bükülen, hayır ve hasenat mekanizmalarına muhtaç düşen, AKP seçmeni yurttaşlarımızı ikna etmek için de hayati önemdedir.

8- 17-25 Aralık döneminde yolsuzlukların Cemaat tarafından teşhir edilmesi, bu gündemin geriye atılmasına, önemsizleştirilmesine neden olmamalıdır. Saray’daki sefahat ve israfı eksenine almayan, AK soygun ve sömürü düzeninin üzerine gitmeyen bir adalet mücadelesi yetersiz kalmaya mahkûmdur.

9- Bundan böyle, “milli menfaatler” gerekçesinin arkasına sığınarak, RTE’nin dış politika hamlelerine koltuk değneği olma anlayışı geride bırakılmalıdır. “Bölgesel güç olma”, “Osmanlıcılığı ihya etme” hayallerinin suya düştüğü açıkken, “yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle emperyalizmin güdümündeki tüm sınır ötesi maceralarına, yurtdışında militer seraplarla üs kurma hamlelerine karşı, bağımsızlıkçı bir dış politika çıkışı gereklidir.

10- Madem “adalet yürüyüşçüleri” olarak başka bir Türkiye’nin mümkün olduğuna inanıyoruz, adalet mücadelesine katkı veren yurttaşlarımızı bu çabanın bir öznesi kabul ediyoruz, temel ilkeleri bir “Yurttaş Sözleşmesiyle” taçlandırabiliriz. Tabandan, meclislerden, yerel mücadelelerden yükselen taleplerle, nasıl bir ülke istediğimizi, nasıl bir programla bu hedefe yürüyeceğimiz şekillendirebiliriz. En önemlisi, tek adam rejimini, başkanlık tasarımını “demonte” edecek, parlamentoyu güçlendirecek, kuvvetler ayrılığını belirginleştirecek bir stratejiyi adım adım şekillendirebiliriz.