Egemenlere karşı güçlü bir silah: Müzik

MAT CALLAHAN
ÇEVİREN: ÖZDE ÇELİKBİLEK

II. Dünya Savaşı’nda Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu faşist mihver, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından yenilgiye uğratıldı. Savaş sırasında Amerika Birleşik Devletleri'nin attığı atom bombası ise sömürgeci Avrupalı devletlerle güç ilişkisinde etkili bir şekilde rol değişimine neden oldu. Bu hamle, ABD’nin ilerde kuracağı emperyalist hegemonyayı işaret edecekti.

Fakat, ABD dünya üzerindeki hegemonyasını iki büyük nedenden ötürü tam anlamıyla sağlayamadı. Birincisi, Sovyetler Birliği sömürgecilere karşı bağımsızlık için savaşan ülkeler arasında muazzam bir prestije ve etkiye sahipti. İkincisi, bu bağımsızlık hareketleri ABD hâkimiyetine karşı direndi. Asya, Afrika ve Güney Amerika’daki ülkeler, bağımsızlık savaşında stratejik rehberlik etmesi ve maddi yardım için yüzünü Sovyetler Birliği’ne dönüyordu.

ABD içerisinde 1929 Ekonomik Büyük Buhranı’nın yarattığı baskı ve siyahların çektiği acı, Sovyetler Birliği tarafından temsil edilen değerlerin, milyonlarca Amerikalı için çekici hale gelmesine neden oldu.

BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN

Savaş sonrası dönemde insanların aklında başka bir dünyanın mümkün olduğu fikri vardı. Ancak daha sonra, Roosevelt’in ölümüyle aynı döneme denk düşen ABD politikasını, aktif olarak radikal kavramlara ve sosyalist fikirlere verilen her türlü desteğe karşı koymak üzerinde şekillendirdi. ABD, Sovyetler Birliği’ni kendisi karşısında küçük gördüğü bir düşman olarak sunmaya çalıştı, emperyalist hedeflerinin merkezinde, bu hamleler yer aldı. Birleşik Devletler'de yaşayan halkın emeğine sahip çıkmak için mücadeleye hazır olmasını engellemek adına bu girişimler oldukça elzemdi.

Soğuk Savaş’ın başladığı bu dönemde dünyada başka şeyler de oluyordu. Toplumsal alandaki hareketler ve teknolojik alanda yaşanan gelişmeler müziğin üretilmesini ve yayılmasını sonsuza dek değiştirecek yeni formlara kavuşmasının ilk adımları atılmasına olanak sağladı.

Amerika'da Güney’den Kuzey ve Batı’ya yüz binlerce işçinin büyük göçüyle birlikte yeni sesler, kayıt ve yayın araçlarıyla buluştuğunda Blues, Country ve Western ve Rock’n Roll gibi kentsel müzik formlarını doğurdu. Hızla büyüyen şehirde, öncesinde kurulmuş Broadway şovlarının melodileri, müzik severlerin pazarına hitap edebilmek için caz, blues, folk müzik ile harmanlandı.

MÜZİK BİR ULUS İNŞA EDEBİLİR

Büyük Buhran’ın müzik endüstrisini neredeyse yok ettiği düşünüldüğünde, bu gelişmeler daha da önemli bir hale geldi. Yirminci yüzyılın başından 1929’a kadar plakçalarların, radyoların, notaların ve müzik aletlerinin üreticileri büyük servetler kazanmış, ABD'deki insanlar ile özdeşleşebileceği bir kültür oluşturmada ne denli önemli bir yere sahip olduğunu kanıtlamışlardı. Müzik endüstrisi birçok yönden, egemenlerin ortaya koyduğu iddiaları meşru kılmak ve yaymak için ihtiyaç duydukları ulus inşa eden önemli bir güçtü.

Büyük Buhran sırasında neredeyse çökme noktasına gelen müzik endüstrisi kendini yeni enstrümanlar, yeni sesler ve her şeyden önce eskisinden daha parlak ışıklarla süslenmiş şehre uyum sağlayan yeni bir halkla yeniden kurdu.

Bu bağlamda, Folk müziğinin yeniden canlanması kırsal kökenli kaynaklardan türetilen, kopyalanmamış ve büyük ölçüde anonim kökenli eski şarkılardan oluşan müzik, bir modadan daha fazlasıydı. Folk müziği, pastoral bir geçmişe, fütursuzca ticarileşmenin müziği bir meta haline getirmesinden önceki bir zamanı temsil etmesi adına müzisyenler ile dinleyiciler arasındaki eşitlikçi ve bütüncül ilişkilere duyulan özlemleri kapsıyordu.

ŞARKI SÖYLEMEK AJANLIK FAALİYETİ

Folk müziğin tarihi olaylar ile kurduğu ilişkiler, gelişen müzik endüstrisini yönetenler de dahil olmak üzere "utanç verici” olabiliyordu. Folk müziğin içindeki sözler, halk için savaşan kahramanlardan ilham alıyor, patronlara karşı verilen hak mücadelelerini anlatıldığı şarkıların sözlerinde adaletin er ya da geç yerine geleceğine dair inançlar dilden dile yayılıyordu. Bu sözler, belki bir araştırma konusu olduğu zaman daha fazla hoşgörüyle karşılaşabilirdi ancak, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından taleplerini her zamankinden daha cesurca ilerleten sendikalı işçiler ve insan hakları aktivistleri tarafından popüler hale geldiğinde "tehlikeli” hale geldi.

ABD Folk müziği bu şekilde ortaya çıktı ve insanların hayallerindeki uluslarını yaratmak için müziğe ihtiyaç duyan güçler tarafından bir tehdit olarak algılandı. Folk müzisyenleri federal soruşturmaların hedefi haline geldi ve Folk müziği, komünist propaganda aracı olarak suçlandı. Sonuç olarak bunların hepsi “The Midnight Special” şarkısını söylemek, Moskova’nın bilinçli bir ajanı olmasa bile aldatılmış biri olduğunuz anlamına gelebilirdi!

The Folk Singers and the Bureau adlı çalışmanın hayati öneme sahip olarak katkı sağladığı yer burasıdır. Tarihçilerin, halk bilimcilerin ve müzik endüstrisinin suç ortaklığı nedeniyle, önemli gerçekler, bilinmesi gereken sonuçlar gizlenmiş veya silinmiş, bu dönemdeki insanların fikirleri adeta baltalanmıştı. Leonard’ın bu çalışmasının odak noktasında çoğunlukla müzisyenler ve federal ajanlar yer alıyor ve bunlar aydınlatılıyor. Fakat aynı zamanda ABD Komünist Partisi’ne işçileri örgütlemek, hakları için savaşmak ve Sovyetler Birliği’ni desteklemek için yürüttüğü birçok kampanya da yer alıyor. Leonard, Büro’nun misyonunu nasıl gördüğünü ve hedeflerine ulaşmak için kullandığı araçları göstermek için binlerce sayfalık muhbir raporlarının yanı sıra FBI saha özetleri ve değerlendirmelerine de yer verdiği çalışmasını okuyucuya sunuyor.

Peki, FBI raporlarına ne kadar güvenilebilir?

FBI raporlarının referans alınarak yazılan bir kitaba ne kadar güvenilebileceği tartışması yerindedir. Belki de en önemli ve tartışmaya açık olanı, ajanların veya muhbirlerin raporlarına ne ölçüde güvenilebileceğidir. Gerçeği değil, olgusal olanı sunabilecekleri 'doğrulanabilir’. Leonard, kitabının başlangıcında bu soruyu açıkça ele alıyor. Evet, FBI, tehdit olarak algıladığı herhangi bir kişiyi veya kuruluşu yok etmeye veya etkisiz hale getirmeye kararlı biçimde hareket eder ve her yola başvurabilir. Evet, büro kötü amaçlarla yalanları ve iftiraları bilerek tüm dünyaya yaydı ve yayabilecek güce hâlâ sahip. Fakat yine de FBI’ın güvenilir bilgiye sahip olması gerekir. Çünkü hedeflerinin nihai sonuçlara ulaşabilmesi için faaliyetlere ilişkin doğrulanabilir sonuçlara ve bilgilere ihtiyacı vardır.

Bu temelde, Leonard, kayıtları doğru bir şekilde sıralayabilmek adına yemin altında verilen ifadelerin yanı sıra katılımcı görüşmeleri ve ek yazılı ifadelerle de karşılaştırmayı da içeren bir yöntem geliştirdi.

Leonard’ın araştırması, müzik sektörünün ABD toplumunda ne denli etkili olabileceği ve insanları harekete geçirebileceği üzerine geniş bir çerçeve çiziyor. Kitapta, folk müziğin o dönem yarattığı endişe ve bunun temellerine inilerek, canavarlaştırılan sosyalistlerden, hak savunucularından bahsediliyor. Kitabın içerisinde belki de en dikkat çekeni, Paul Robeson. Robeson, tüm dönemin belki de en uç ama yine de örnek teşkil eden vakasıydı. Olağanüstü ve çok yönlü bir yeteneğe sahipti, muhteşem bas sesi ile dünyaca ünlü, ama her şeyden önce bulunduğu her yerde işçilerin ve ezilen halkların gözünde bir şampiyondu. Robeson’un yurtdışı seyahatleri kariyeri engellendi ve hayatı boyunca yoğun psikolojik, aynı zamanda fiziksel baskıya maruz kaldı. Fakat Robenson asla eğilmedi veya diz çökmedi, 2014’te öldüğü güne kadar sosyalizm ve özgürlük inancını savunarak bitirdi.

*Bu yazı, “Mat Callahan, ‘Was Folk Music a Commie Plot?’ , ‘Folk müzik komünist bir komplo muydu?’ adlı makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir. Mat’in bu çalışması, Aaron Leonard’ın, ‘The Folk Singers and the Bureau’ adlı kitabının incelemesidir.