Eğer Türkiye normal bir ülke olsaydı” derken bizim normlarımızdan söz etmiyorum. “Sözün, yetkinin, kararın halkta olduğu”, “sermaye güçlerinin egemenliğinin ve emperyalizmin tahakkümünün ortadan kalktığı” bir topluma ilişkin özlemlerimizi filan bir yana koyuyorum. Ufkumu merkez sağın veya merkez solun iktidarda bulunduğu Norveç, Hollanda, İspanya benzeri bir ülkedeki “burjuva demokrasisinin” normları ile sınırlıyorum.

Eğer Türkiye normal bir ülke olsaydı;

1- Anayasanın 101’inci maddesi açıkça çiğnenmez, Reis, “Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişkisi kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” hükmüne aykırı biçimde, bir partiyi dizayn etmeye çalışamazdı. Zaten kendisinin bir mafya babası gibi “Reis” diye çağrılmasından da memnuniyet duymazdı.

2- Hem de iktidarda bulunan AKP gibi partinin, bırakın genel başkanı, MKYK’si de il-ilçe örgütlerini görevden alacak yetkilere sahip olamazdı. Yerel örgütler de iradelerine böyle bir saygısızlığa zaten izin vermezdi.

3- AKP eğilim yoklamasında en düşük oyu alan kişi başbakanlık koltuğuna oturamazdı. Taban da, “madem itibar etmeyecektin niye irademize başvurdun” demekten geri durmazdı.

4- “Tarafsız Cumhurbaşkanı”, partili Başbakan’a, “Bu makamlara nasıl geldiğinizi unutmayın” diyemezdi. Üstelik söylediklerinin gerçeği de yansıtması gibi demokrasi standartlarını yansıtan acı bir realite ile de yüzleşmek zorunda kalınmazdı.

5- Pelikan Dosyası’nda yer alan; Batıyla didişeceğine uzlaştı; yanında çok okumuş kimseleri bulunduruyor; Reis’ten fırça yiyene kadar yolsuzluk yapanların Yüce Divan’a gitmesine ses çıkarmadı; HDP’lilerle Dolmabahçe’de mutabakata vardı; The Economist’e röportaj verdi; Akademisyen metni için; “görmezden gelsek iş bu kadar büyümezdi” dedi; 7 Haziran seçimleri sonrası bir koalisyona kapıyı kapatmadı; Can Dündar-Erdem Gül davası için, “Tutuksuz yargılanmak esastır” diye beyanda bulundu ifadeleriyle Ahmet Davutoğlu’nun ipi çekilemezdi. Tarafsız bir gözlemcide sitayiş dolu çağrışımlar yaratacak tesbitlerle bir kişinin itibarsızlaştırılması beklenemezdi.

6- 90 yıllık parantezi kapatayım derken, “ihanet”, “fitne” sıfatları eşliğinde kendi alt parantezi 20 ayda kapatılan bir başbakan, icraatının bilançosunu “Biz sağ ve sol omzumuzdaki meleklerin yazdıklarına bakarız. Biz onların tuttukları dosyalar için yaşıyoruz” cümleleriyle çıkarmaya kalkamazdı. Zaten böyle bir ülkede laiklikten söz edilemezdi.

7- “Mezhepçi bir zihniyette, neoliberal ekonomi politikalarına körü körüne bağlılıkta, Kürtler ve Suriye rejimine husumette” birbirlerinden zerre bir farkı bulunmayan, AKP’li yılların ikbal kapılarından farklı ölçülerde nemalanmış Fethullahçılar, Gül, Arınç, Çelik, Babacan derken şimdi de Davutoğlu mağdur muamelesi göremezdi. Aleviler, kadınlar, HES karşıtları, işsiz kalan medya mensupları vb gerçek sistem mağdurlarından esirgenen merhamet, son 14 yılda yaşadığımız her sorunda vebali bulunan zevata gösterilemezdi.

8- Madem 22 Mayıs’ta olağanüstü AKP kongresi toplanacak, kendini başkanlığa layık görenler, en azından MHP’deki gibi, bir bir ortaya çıkmaktan çekinmezdi. Herkes Reis’in iki dudağı arasından çıkacak sözlere bel bağlamazdı. Liyakat karşısında “itaat, biat, sadakat” bu denli galebe çalmazdı.

9- Ana muhalefet lideri daha yakınlarda kendisine, “kaldı ki seviyesizlik, hakaret ve operasyonla genel başkan olmanın dışında hatırlanacak hiçbir şey de yapmamıştır” ifadesini reva gören Davutoğlu’nun “önüne yatmazdı.” “Helallik boynumuzun borcudur, tüm haklarımızı helal ediyoruz” tarzı İslami bir söylemden medet ummazdı.

10- Politik faaliyetler dışında dokunulmazlık zırhı zaten var olmazdı. Kılıçdaroğlu, “Anayasa’ya ve insan haklarına aykırı” olduğunu kabul ettiği halde dokunulmazlıkların kaldırılmasına “evet” demezdi. Komisyon arbedeleriyle TBMM’nin itibarı ayaklar altına alınmazdı. AKP’li milletvekilleri, Reislerine bu yüce gücü bahşeden 2010 Anayasası için “Yetmez ama evet” diye ortalığa düşen, birisi daha geçen yıl “Akil” payesiyle Marmara Bölgesi’ni arşınlayan, ötekisi,- Reis’in balkon konuşmalarında övgülere mazhar olan DSİP saflarından kopup gelen Mithat Sancar ve Garo Paylan’a bu denli haşin davranmazdı.