İşini konuşarak yapan, gününü konuşarak geçirenlerin dünden bugüne yeni bir şey söyleyemeyeceğini bildiğim için “güçlü” gazetecilerin sunduğu programlarda yanıtlardan ziyade sorulara bakarım. Hele konuk leb demeden leblebi diyeceğini bildiğiniz biriyse, onu dinlemek aynı tele mesajı tekrar tekrar dinlemeniz gibi olur. Ziya Selçuk’un konuk olduğu Teke Tek programını (21 Kasım 2019) izlerken de konuktan ziyade programcı Fatih Altaylı’nın sorularına dikkat kesildim. Çünkü hayat, özellikle de eğitim yanıt verilmese de oldukça hızlı ve seri soru üretiyor.

Hakkını teslim etmek gerekir ki Altaylı programa hazırlanmış ve soruları da fena değildi. Buna karşın muhatabı Ziya Selçuk’un, ezberine güvenerek özel bir hazırlığa ihtiyaç duymadığı açıkça belli oluyordu.

Soruyu bir sorun ortaya çıkarır. Sorunun parçası olan kişi ise sorunun işaret ettiği soruyu geçiştirir, gizler, çarpıtır. Bu mutlak; onun için soruna sebep olanın anlatıları sorunun yanıtı olamaz. Yanıt alınamadığı için de soru ve sorun ortada öylece kalır. Dinleyici veya izleyici olarak sizin kazancınız, sorudan, sorunun ne olduğunu anlamak olur.

Eğitim Bakanlığının 2020 bütçesindeki payının düşmüş olmasına ilişkin soruya Ziya Selçuk, şeytanın aklına gelmeyecek bir açıklama getiriyor: “Evet, 2018’de 2 milyar dolar olan, yüzde yüzü inşaata harcanan yatırım bütçesi 900 milyona düştü. Fakat bu durum, kaynak yönetimi ve tasarruf becerimizi geliştirecek.”! Sizce soru mu yoksa yanıt mı daha öğretici!

Selçuk, Avrupa ile Türkiye’nin öğrenci başına harcamadaki farkla ilgili soruyu “okullar arası imkân farkını azaltmamız lazım” diyerek okulların fiziksel/donanımsal eşitsizliğiyle açıklamaya çalışıyor. Bunu, Türkiye ile Batı arasındaki öğrenci başına harcama farkının 1/3 olduğunu belirttikten hemen sonra yapıyor. Okullar arasındaki eşitsizliğe yol açan sosyal (işçileştirme, milliyetçileştirme, dinselleştirme …) ve ekonomik (kaynak kullanımındaki tercihler, eğitimin öncelikler arasındaki yeri, gelir dağılımındaki adaletsizlik …) politikaları örtüp üzerine oturarak soruyu boğuyor.

Öğretmen ücretlerini ödemeyen, öğrenci ve ebeveynleri mağdur eden Doğa Kolejinin iflasını soruyor Fatih Altaylı. Soru gayet güncel ve net. Yanıt “Öğretmenin ve velinin mağdur olmaması için yeni düzenlemeler geliyor.” İyi de soru mağdur olmuş veya olma ihtimali olan ve düzenlemeden etkilenmeyecek okul öncesi, ilk ve ortaöğretimdeki (Özel üniversiteler tartışmaya dahil değil) mevcut bir milyon 500 bin öğrenci ve 170 bin öğretmenle ilgili değil miydi!

Eğitimin ideolojisi olur mu? Eğitim bilimci birinin, ‘bana sormanız gereken tam da bu’ diyeceği cinsten bir soru. Ziya Selçuk, soruyu anında öldürüyor: “İdeoloji ne demek; oradan baktığımızda pozitivizm gibi bir şeyse, propagandist bir şeyse elbette bunun bir sonu yok. İnsanın haysiyetine, şerefine, mahlûkat olarak yaradılışına hürmet etmek gerekiyor. Müfredat dediğimiz şey her çocuğun içinde yaratılışta var olan şeydir; içine üflenmiş olana müfredat denir. Paket müfredat insanın doğasına çok aykırı. İdeolojiler dönemsel şeylerdir. Bizim nizamız insanın var oluşu, insanın temel varlığıyla ilgili nizamız var. Biz çocuğun tabiatına hürmet ederek yol alabiliriz.”

Eğitim tarihi, Ziya Selçuk’un burada sarf ettiği sözün her bir cümlesini yüzyıllardır tartışıyor. Eğitim ideolojisiz, öğretim programı anlamındaki müfredatın (eğitim bakanı bu anlamda kullanmak zorundadır), (Tanrı’nın) çocuğun içine üflediği şey olmadığı yine tartışılır. Hatta “paket müfredat” da tartışılır. Herkes böyle bir tartışmaya dahil olabilir, fakat hazırladığı paket müfredatlar delinmesin, öğretmenler mesleki deneyimlerini, yerel kültürel değerleri işe koşmasın diye müfredatın yanında öğretmenlere kılavuz kitap kullanma zorunluluğu getiren Ziya Selçuk ve üfürükçüler katılamaz.