Birkaç haftadır ahlak üzerine yazıyorum. Aslında, insanın hukuksuzluk karșısında sığınabileceği bir güvence arıyorum. Yasamanın ve yargının değiştiremeyeceği; yürütmenin ve güvenlik güçlerinin keyfince yorumlayamayacağı, sıkıştığımızda bizi koruyacak bir güvence…

Laik ahlakı yasadan daha güvenilir buluyorum. Çünkü yasa, insanın “ebna-yı cinsine, hayvanat vesair mahlukata karşı” husumet beslemesinin önüne geçmez, biraz korkutur fakat genellikle olay anında veya sonrasında müdahale eder. Oysa laik ahlak önleyicidir, kişiyi içten denetleyerek saldırgan bir yaratığa dönüşmesinin önüne geçer.

Ahlak, kişide utanma duygusunun gelişmesini sağlar. Kişi ahlaksızsa aynı zamanda utanmazdır; utanmıyorsa ahlaksızdır. Böyle birinden insana, diğer canlılara, doğaya saygı gösterme, hukuka uyma bekleyemezsiniz. Ahlaksız, sıkıştığı anda dayanaksız iddiasını, kabullenilmeyen davranışını itiraz edilmesi suç sayılan bir otoriteye (genellikle Tanrı, tanrılaştırılmış bir kişi veya millet) dayandırır. Bu yolla ikna edemediği durumlarda şiddete başvurur.

Tanık olanda bile utanmaya yol açacak ahlak dışı eylemlerin, tekil insan kusuru olmaktan çıkıp toplumda kabul gören davranışa dönüştüğü bir süreçteyiz. Çoğunluk dilinin kullanıldığı siyaset ve siyasetçiye bakarak ahlak dışılığın geldiği noktayı görebiliriz. Nezaketsizlik olmasın diye Ecevit’in yanında sigara içmeyen Devlet Bahçeli’nin beyaz çorabını yeniden ayağına geçirmesi kendisi kadar hitap ettiği kitlenin değişimiyle ilgilidir. Demem o ki siyaseti hukuka davet edecek halkın önce kendi hukukuna (laik ahlakın ilkelerine) uyması gerekir.

Temeli aileye dayalı ahlakı kimi toplumlar dinselleștirmiș kimi milliyetçileștirmiș olsa da ahlakın ilkeleri evrenseldir. Bu nedenledir ki uygar toplumlar, kanundan önce başkalarının olumlu bulacağı ahlaki ilkeleri eğitimin konusu yapar.
Türkiye’de ahlak, eğitimin dert ettiği meselelerden değil. Oysa modernleşme çabası ile birlikte başlayan bir ahlak eğitimi geçmişi var bu ülkenin: Ahlak, ilk kez “ahlak risalesi ve ilm’i” adıyla Abdülaziz’in (1861-1876) eğitimi zorunlu kılan “Sıbyan Mekteplerinin lslahatına Dair Nizamname Layihası” ile sıbyan mekteplerinin ikinci sınıfında okutulmak üzere 1868’de ayrı bir ders oluyor.

Sonraki padişah Abdülaziz’in eğitim işlerinden sorumlu nazırı (bakan) Saffet Paşa, davranış kalıplarının yer aldığı kitapçıktan (risale) okutulan ahlak dersi için ödüllü kitap yazma yarışması açıyor. Yüz sayfa kadar olması istenen kitapta yazarın yer vermek zorunda olduğu konular arasında yer alan “ebna-yı cinsine, hayvanat vesair mahlukata karşı vezfüfi” (hemcinsine, hayvanlara ve her türlü canlı varlığa) bugünün dinle ilişkilendirilen ahlakın konuları arasında değil.

Bugün yasayı yapana, yapıp uygulayana enseni dönüp yürümekten korkuyorsak; kadın kocasının yanında güvende değilse, sizi ekrana kilitleyen fenomeninizi ertesi gün papağanını infaz ederken izliyorsanız nedeni 150 yıl önce insana ve hayvana karşı vazife olarak öğretilen ahlaki kaidelerin, bugün “günah olan davranışlar”dan sayılmasıtndandır.