Filiz Meşeci Giorgetti, yere göğe sığdıramadığımız, uğruna nice sıkıntılar çektiğimiz, hayatımızın en verimli, heyecanlı ve neşeli zamanlarını gömdüğümüz eğitim sürecinin aslında ne olduğunu ayan-beyan ortaya koyuyor

Eğitim ritüelleri üzerine

MUSTAFA GÜNDÜZ*

Hayatın devamı ve medeniyetin inşası, tecrübenin işlenmesi ve yeni nesillere intikaliyle mümkündür. Eğitim olarak adlandırılan bu iletişim ve aktarım olgusu farklı biçim ve yöntemlerle insanlığın varoluşsal kurumlarından biri. On dokuzuncu yüzyıla kadar eğitimin nitelikli örgün kısmı sadece seçkinlerin hizmetinde ve tekelindeydi. Modern hayatın, ulus-devlet ve kapitalist ekonominin teşekkülüyle kitle eğitimi doğdu ve bütün toplumu kuşatıcı bir genişlik ve derinliğe sahip oldu. Eğitime biçilen rol genişletilirken, mahiyeti geleneksel kalıplarını değiştirmeden devam ettirdi. Böylece sınırlı sayıda insanı değiştiren ve dönüştüren eğitim, bütün toplum kesimlerini dönüştürecek sihirli gücünü bir güç haline geldi.

Bir “Maxell cini” hükmündeki eğitimin sihirli dönüştürücü gücünün kaynağı bu güne kadar çok fazla kişinin dikkatini çekmiş ya da araştırılmış değildir. Bilim ve modernite ile paradoks teşkil eden sihir ancak “ritüel” ile rasyonelleştirilebilir. Bu işlem özünde bir tür kutsallık barındıran süreci modern zihinlerin kabulünü sağlar. Son derece karmaşık ve bir o kadar da hepimizi tezgahından geçiren eğitim dünyasının ritüel dünyasını öncelikle kavramsal, ardından da pratiğini zaman ve mekanda farklı toplumlarda karşılaştırarak Türkiye özelini son derece berrak bir şekilde ortaya koyan bir araştırma yayımlandı. Filiz Meşeci’nin Eğitim Ritüelleri kitabı bize her şeyden önce, yere göğe sığdıramadığımız, uğruna nice sıkıntılar çektiğimiz, hayatımızın en verimli, heyecanlı ve neşeli zamanlarını gömdüğümüz eğitim sürecinin aslında ne olduğunu ayan-beyan ortaya koyuyor. Devletlerin ve hükümetlerin eğitim dünyasını paylaşmakta neden ısrar ettiğini de gösteriyor.

Eğitim aslında ritüel aktarımından ibaret bir süreç. Ritüel biçimlendirilmiş sembolik gösteriler, davranışlar ve semboller kümesidir. Kişinin kutsal nesneler huzurunda nasıl davranacağını belirleyen davranışlar bütünüdür. Ritüeller, ideal toplumsal düzene ulaşmayı sağlayacak, istenilen değerleri aktaracak mekanizmalardır. Bu sayede değerlerin sorgulanmasını engellenir, birleştirme ve ayrışma yoluyla dayanışma ve otoriteye saygı sağlanır. Bütün bunlar modern toplum ve devlet tasarımının bir tür teorisinden ibarettir. Meşeci bu teorinin Emile Durkeim versiyonun merkeze alarak, onun Ziya Gökalp vasıtasıyla Türk Eğitim sistemine olan etkilerini ritüeller üzerinden açıklamıştır.

Kitap, ritüel kavramının sosyoloji ve antropolojideki anlamını tahlille işe başlar. Ardından da eğitim dünyasındaki insanları bir araya getirme ve dayanışla işlevi olan ulusal marşlar, antlar, şarkılar gibi birleştirici ritüellere ardından da otoriteyle ilişkili ayağa kalkma, parmak kaldırma, önünü ilikleme, kürsü ve üniforma gibi ayrıştırıcı ritüellere değinir. Bu ritüellerin Mezopotamya, Mısır, Çin, Hint, Antik Yunan ve Ortaçağ manastır okullarında nasıl icra edildiğine bakıldığında tarihi süreklilik görülmüş oluyor. İlginç olan ise, Ortaçağ’ın radikal Hristiyan tarikatlarından Cizvitler, Jansenitler, Port Royal ve Lancester okullarında icat edilen ve daha sonra Jean Baptiste, de La Salle ve Hıristiyan Okullar Kardeşliği’nde pekiştirilen birçok kutsalın/ritüelin modern okullarda aynen tatbik edilmesidir. Örneğin siyah ya da mavi önlük ve beyaz yakanın De La Salle okullarındaki keşiş ve rahip kıyafetleri olması şaşırtıcı süreklilikler. Modernite ve ulus-devlet çağında manastır ritüellerine millî bayram, millî marş, millî kahraman vb. semboller eklenerek bir yönüyle kiliseden ve Katolik ayinlerden kopuş ama bir yönüyle de derin süreklilik sağlanır. Fransa’nın laiklikle imtihanı, Jules Ferry’nin gayretleri, militarist bir toplum yaratma idealiyle askerlik dersleri ve yeni geleneklerin yaratılma macerası eğitim dünyasının nasıl ideolojikleştirildiğini gösteriyor. Amerika, İngiltere, Almanya, Rusya, ve Japonya’daki eğitim ve ritüel ilişkisi bize 19. yüzyılda bütün dünya toplumlarının eğitimi nasıl araçsallaştırdıklarını gösterdiği gibi, Osmanlı ve Cumhuriyet pratiklerini anlamamızı da kolaylaştırıyor.

Türkiye kendine özgü eğitim, değer ve ritüel dünyasından 19. yüzyılın başından itibaren tedricen vazgeçti ve modernleşme adına Batılılaştı. Tanzimat ve II. Abdülhamid dönemi bu sürecin en hızlı yaşandığı anlar olurken yeni değer dünyaları da teşekkül etti. “Padişahım çok yaşa!” nidası “yaşasın cumhuriyet”le bir tür modern “and”a dönüşürken modernlikle geleneksellik iç içe geçmeye başladı. 1908 sonrasında ilk defa millî bayramlar ve seküler imgeler eğitim davranışları haline geldi. II. Meşrutiyet’in özgür arayış ortamı devletin acıklı sonuyla birleşince, aydınları hiç olmadığı kadar savrulmalara maruz bıraktı. Ziya Gökalp, toplumu devletin otoritesi altında organik, dayanışmacı kutsal yapı olarak tasarlayan Emile Durkheim’in fikirlerini benimsemekle kalmadı, prestijli konumuyla uygulamaya da koydu. Yeni Cumhuriyet inşâ etmeye çalıştığı devlet ve toplum için Gökalp’in direktiflerine dört elle sarıldı. Böylece Meşeci’nin iddia ettiği gibi, Türk eğitim sisteminin ritüel dünyası büyük ölçüde Durkheim’in toplum tasavvuruna dayandırıldı.

Cumhuriyet’in yeniden inşa ettiği millî bayramlar, anma ve kutlama törenleri, okul kıyafetleri simgeler, ders içerikleri ve öğrenci andı benzeri uygulamalar toplumsal otoriteyi, ideal toplum önderlerini kutsallaştırırken dayanışma ve birliğe vurgu yapmaktadır. Okul kıyafetleri, öğrenci andı ve stadyum kutlamalarının arka planlarına ve yakın zamandaki değişimlerine de değinen kitap, eğitim ve iktidar ilişkilerinin mahiyetine de ışık tutuyor. Okul kıyafetleri ve üniforma bir tür güç ve bilgi, ahlâkî düzey ve hiyerarşisinin sembolüdür ve bunun üzerine düzenlemeler hâlâ devam etmektedir. Bu süreç bir tür “ideal nesil” yetiştirme projesi mi, “özgürleştirici” adımlar mı? Meşeci’ye göre her iki durumda bu, -otoritenin buyruğu olduğundan- toplumsal mühendisliktir.

Bir tür modern kutsallık inşası olarak görülen eğitim ritüellerinin, artık tartışmadan ve spekülasyondan uzak, amaca hizmet edebilmesi için demokrasi ve insan odaklı değerlerle yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Filiz Meşeci’nin bu tespit ve temennisi, aşırı merkeziyetçilik ve ideolojik içerikten kımıldayamaz haldeki eğitim sistemimizin sorunlarına gerçekçi bir teşhistir. Anlaması ve anlatması son derece zor bir konuyu ilk defa, orijinal kaynaklardan, karşılaştırmalı biçimde, oldukça nesnel bakış açısıyla inceleyen bu araştırma eğitim ve bilim dünyamızın değerli eserlerinden biridir.

*Yıldız Teknik Üniversitesi