Eğitim düzeyinin seçmen davranışına etkisini biliyoruz, fakat insanların seçim tercihlerini aldıkları/alamadıkları eğitime bakarak belirleyip belirlemediğini bilmiyoruz. Çünkü kamuoyu araştırmacıları insanlara patatese erişim olanaklarını soruyor, eğitimin beklentilerini karşılayıp karşılamadığını soran yok. Ekonomi, seçmen tercihini belirleyen en önemli unsursa, ekonomiyle en çok ilişkilendirilen eğitimin tercih belirlemede etkisi olmadığını düşünemeyiz. Öğrenci başına Macaristan’la eşit düzeyde harcama yapan Türkiyeli […]

Eğitim düzeyinin seçmen davranışına etkisini biliyoruz, fakat insanların seçim tercihlerini aldıkları/alamadıkları eğitime bakarak belirleyip belirlemediğini bilmiyoruz. Çünkü kamuoyu araştırmacıları insanlara patatese erişim olanaklarını soruyor, eğitimin beklentilerini karşılayıp karşılamadığını soran yok.

Ekonomi, seçmen tercihini belirleyen en önemli unsursa, ekonomiyle en çok ilişkilendirilen eğitimin tercih belirlemede etkisi olmadığını düşünemeyiz. Öğrenci başına Macaristan’la eşit düzeyde harcama yapan Türkiyeli hiçbir ebeveyn, aynı sınıftaki çocuğunun Macar akranının iki sınıf gerisinde olmasını kabullenemez.

İki gün sonra sandık başına gidecek olan seçmen, sokağını kimin temizleyeceği kişiyi ya da partiyi seçmeyecek. Adı “yerel” de olsa bu bir yerel seçim değil, yerel olmadığı gibi ulusal da değil, tartışmasız evrensel bir tercihte bulunacağız. İktidar açısından “beka” meselesiyse bizim açımızdan da öyle olmalı. Yerel deyip genel sorunları tartışmaktan kaçınamayız; tercihimizi, ulusal ve evrensel düzeydeki her problemi düşünerek belirlemeliyiz. Eğitim bunların başında gelir.

Eğitimde Mükemmellik Ulusal Komisyonu (ABD), liberal dinci ortaklığın eğitimde dönüşüm programını ele aldığı “Risk Altındaki Ulus” başlıklı raporunda “Eğer dost olmayan yabancı bir güç, mevcut vasat eğitim performansını Amerika’ya empoze etmeye kalksaydı, bunu bir savaş nedeni olarak görebilirdik.” ifadesini kullanır.

ABD’linin riskli bulduğu Friedman önerisi olan piyasacı eğitim Türkiye’ye “yabancı bir güç” tarafından empoze edildi. 2003’ten beri Türkiye’de eğitim işgal altındadır. Şu sıra Vizyon Belgesi adıyla güncellenen program da işgalcinin gizlenmiş adıdır. Bu nedenle her seçmen, diğer alanlarda olduğu gibi eğitimdeki işgale son verecek bir eyleme katıldığını düşünerek oy kullanmalıdır.

Okullaşma oranının artması, eğitim süresinin uzaması yurttaşlık bilinci edinmenin garantisi değil. Esas olan eğitimin kime hizmet ettiğidir. IPSOS, 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilkokul mezunlarının yüzde 60’ının Erdoğan’a, yüksekokul mezunlarının yüzde 50’sinin Muharrem İnce’ye oy kullandığını tespit etmişti.

Kimileri eğitimin gücüne yorsa da madalyonun öbür yüzüne bakıldığında günümüz üniversite mezunlarının yüzde 50’sinin Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ilkokul mezunlarını aşamamış olduğu görülür. Bu, eğitimden beklenen, umut verici sonuç değil. Araştırma sonucu, okullaşma oranını düşürmeyi, eğitim süresini azaltmayı engelleyemeyen İslamcıların eğitim yoluyla tercih saptırmada başarılı olduğunu gösterir.

Okuma yazma oranının yüzde onu ancak bulduğu Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilkokul mezunları (hatta okuma yazma bilenler) toplumun eğitimli kesimini oluşturuyordu. O tarihte seçim ve bugünkü gibi seçmen davranışını belirleyen araştırmalar yapılamadığı için eğitim düzeyinin eğilim belirlemedeki rolünü bilmiyoruz.

Fakat 1928’de ilkokuldan mezun olan babamın (ve o kuşağın) ölene kadar (1994) Atatürk ve Cumhuriyet değerlerini temsil ettiğini düşündüğü CHP seçmeni olması, üç yıllık eğitiminin onu hiç okula gitmeyenlerden farklı düşünüp çevresini etkileyen biri haline getirmesine bakarak eğitimde önemli olanın amaç olduğunu söyleyebilirim.