Ders programları ile ilgili yazımın ardından Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) Başkanı Ziya Selçuk aradı. Programların hiçbir sivil toplum örgütüne danışılmadan hazırlandığına ilişkin tespitimin doğru olmadığını, Eğitim-Sen'den görüş istendiğini, hatta bunu belgeleyebileceğini iletti.

Selçuk ile görüşmemin ardından küçük bir araştırma yaptım. Gerçekten de TTK'dan Eğitim-Sen'e ders programları ile ilgili yazı gelmişti. ''Acele ve günlü'' bir yazıydı ve bir haftada sendikanın görüşlerinin bildirilmesi isteniyordu. Üstelik program çalışmaları konusunda hiçbir bilgi verilmiyor, yalnızca önerilerin iletilmesi isteniyordu. Eğitim-Sen, zaman sıkışıklığı yaratacak biçimde oluşturulan talebin anlamsızlığına dikkat çeken ve bu tarzın ''yapılanlara meşruiyet kazandırmak'' amacını güttüğünü belirten bir yazı ile görüşlerini gönderdi.

***

Dile getirdiğim bu süreç, devleti işlerini yürüten ve haliyle devleti temsil eden birimlerin Eğitim-Sen'e bakışlarını berraklıkla ortaya koyuyor: Yok sayamıyorlar; ama varlığına da dayanamıyorlar. Nitekim, tüzüğünde ''bireylerin anadillerinde öğrenim görmesini savunur'' yazdığı gerekçesiyle Eğitim-Sen'e kapatma davası açıldı. Bu tür yönelimler, Türkiye'de iktidarların yazılı olmayan program maddesi olarak varlığını hep hissettirdi. Örgütçülüğün önderi olan öğretmenlerin gücünü yok etme tarzı; yakın tarihin acı eleğinden geçmesine karşın yine tüm ağırlığıyla tepemize düşüyor; 21. yüzyılın Türkiye'sinde.

***

Okullarda seçmeli olarak anadil eğitimi verilebilmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılması, aklı başındaki herkesin talebi. Eğitimin tümüyle herkesin ana dilinde yapılabilmesini pratikte uygulamak ise mümkün görünmüyor; ancak bu durum, Türkiye'nin ciddi sorunlarından biri. Eğitimin anadil dışında yapılmasının, öğrencinin başarısızlığını artıracağı da kesindir. Bu nedenle bu sorunu çözmek, kısa sürede mümkün görünmüyor. Dilbilimciler arasındaki en hararetli tartışma konularından biri de budur. Tek başına bu tartışma bile çözümün göründüğü kadar kolay olmadığının kanıtı.

Eğitim-Sen'in görüşüne katılıp katılmamak aynı konuda neyi nasıl düşündüğünüzle bağlantılı. Ancak ülke gündemini sivil sorumluluğu gereği yakından izleyip kamuoyu düzeyinde hararetli biçimde tartışılan bir konuyu tüzüğüne kattığı için bir sendika hakkında dava açılması, sizin nasıl düşündüğünüzle bağlantılı olamaz.

Anayasa, Türkçe dışında bir öğretimin yapılamayacağını belirtiyor. Eğitim-Sen'in böyle bir öğretim verdiğini gören, duyan var mı? Farklı bir uygulama için karar siyasi iradenindir. Eğitim-Sen'in bir suç işlediği çıkarımı, düşünce suçu savcısı rolüne soyunmaktan başka bir anlama sahip değil. Anayasadaki mevcut hükümlere yönelik görüş geliştirilmese, anayasaların değiştirilmesi mümkün olabilir miydi? Oy avcılığı için Anayasa değişikliklerini gündem maddesi haline getirenler ne suçu işliyorlar?

***

Bu davadan bir şey çıkmaz. Ama, demokrasi lekesinin çıkması da kolay olmaz. İyi ki Türkiye'de aydınlanmacı öğretmenler var; iyi ki onların örgütü Eğitim-Sen var. Bu hükümetler, bu bakanlar, bu valiler gider, onlardan daha iyi yöneticileri, yine Eğitim-Sen'liler yetiştirir. Eğitim-Sen'e yönelik bu girişimlere karşı sesini yeterince yükseltemeyenler de aydınlanmacı geçinmeyi sürdürürler. Ağaç-balta anekdotunu anımsamamak elde değil ama; bazıları balta bile değil, yalnızca tahta olunca yapacağınız fazla bir şey kalmıyor.