Şükür ve itaat pedagojisine dayanan mevcut eğitim sisteminin en önemli karakteristiği “eğitmemesi”dir: Cehalet üreten bir eğitim sistemi! Bu anlamda “Eğitim sistemi” ifadesinin kendisi bir oksimorona dönüşmüş durumdadır

Eğitim sistemi eğitiyor mu?

Ahmet Yıldız - Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi ahmety72@yahoo.com

Eğitim sistemimiz öğrencileri bugünkü hayata ve geleceğe hazırlayabiliyor mu? Bu soruya bakanlık yetkililerinin bile olumlu yanıt vermesi zor görünüyor. Bir süredir ‘eğitim sistemi’ denilince aklıma gelen şey geçenlerde yitirdiğimiz İranlı yazar Daryus Şayegan’ın “Yaralı Bilinç” adlı kitabında yer alan bir anekdot oluyor: Yıllarca ülkesinden uzak kalmış bir adam, İran’a döndüğünde ülkesine kavuşmanın heyecanı içindedir. Evine gitmek için Tahran Havaalanı’nda bir taksiye biner. Yarı yolda şoföre, ilk tütüncüde durmasını söyler. Şoför sorar:

Tütüncüde ne yapacaksınız beyim?”

“Sigaram kalmamış... İki paket sigara alacağım.”

“Alamazsın beyim, sigarayı artık camide satıyorlar!”

“Camide mi satıyorlar? Yahu, cami Allah’ın evidir, oraya ibadet etmeye gidilmez mi?”

“Hayır beyim! İbadet etmek için artık üniversiteye gidiliyor.”

“Peki, o zaman eğitim nerede yapılıyor?”

“Eğitim hapiste yapılıyor beyim!”

“Hapiste hırsızlar, soyguncular yok mu?”

“Onlar artık mecliste beyim!”


Bu anekdot bütün işlevlerin nasıl yer değiştirmiş olduğunu çarpıcı bir biçimde betimliyor. Şayegan’ın ifadesiyle “din ticarileşmiş ve yavan bir yararlılık kazanmışken, üniversite siyasal dinsel bir sirk toplaşmasına dönüşür, hapishane bir öğrenim yeri, hükümet ise bir sabıkalı yuvası haline gelir. Hiçbir şeyin yerinde olmadığını söylemek bile hafif kalmaktadır. Bir yanda nesneleri biçimsizleştirirken, öte yanda düşünceleri bozan, diğer bir yanda da paranoyak davranışları koşullandıran kopma, belirtisiz olmakla kalmamakta, gerçekliğin tüm cephelerini içine alan bütünsel bir sistem payesi de edinmektedir.”

Tıpkı bizim eğitim sistemimiz gibi!
Çünkü kader, şükür ve itaat pedagojisine dayanan mevcut eğitim sisteminin de en önemli karakteristiği “eğitmemesi”dir: Cehalet üreten bir eğitim sistemi! Bu anlamda “eğitim Sistemi” ifadesinin kendisi bir oksimorona dönüşmüş durumdadır. “Terbiye”nin aileye, öğretimin dershaneye (etüt merkezine ya da özel derse), bilgi ediniminin Google’a havale edildiği; okulların “gözetim evi”ne indirgendiği; eğitim için yapılan sınavlardan “sınav için eğitim”e geçilerek sınava endeksli eğitim politikalarının egemen olduğu; öğretmenlerin bir kısmının bakıcı, bir kısmının sınava hazırlayıcı teknisyen, bir kısmının da imam haline getirildiği; öğrencilerin bir kısmının yarış atına, bir kısmının “tüketiciye”, bir kısmının da “kul”a dönüştürüldüğü bir eğitim sisteminden de “eğitmesini beklemek” sanırım gerçekçi olmazdı.

Eğitim sisteminin eğitmediğini kanıtlamak için fazla örneğe gerek yok aslında. Zira nereden bakılırsa bakılsın açıkça görülen bir olgu bu. Merkezi standart sınavlarda “sıfır çeken” onbinlerce öğrenciden lise düzeyinde olmasına karşın okuma-yazma güçlüğü çeken binlerce öğrenciye ya da dilekçe bile yazmakta güçlük çeken üniversite öğrencilerine kadar sayısız örnek eğitim sisteminin eğitmediğini kanıtlıyor.

Yalnızca uluslararası sınavlarda alınan puanlara bakmak bile durumun vahametini anlamak açısından yeterlidir. Örneğin Yetişkin Yeterliliklerinin Uluslararası Değerlendirilmesi Programı (PIAAC)’nın 2016 tarihinde açıklanan sonuçları, 24 ülke arasında Türkiye’nin tüm beceri alanlarında düşük puanlarla son sıralarda yer aldığını göstermişti. Bu sonuçlara göre, Türkiye’de insanların yaklaşık yarısının herhangi bir gazete haberini veya kısa bir cümleyi zor okuduğunu gösteriyor.

Sayısal becerilerde de durum benzerdir. Öyle ki, Türkiye’de her 5 kişiden birinin tam sayılarla veya para ile sayma işlemlerini ya da basit matematiksel işlemleri yapacak düzeyde sayısal beceriye sahip olmadığını göstermektedir1.

Teknoloji açısından da durum pek iç açıcı değildir. İnsanımızın sadece % 8’i teknolojiyi etkin bir şekilde kullanırken, geri kalanı bir e-posta dahi yazamamakta veya internet sayfalarındaki uygulamaları kullanamamaktadır.

2000 yılından bu yana üç yılda bir uygulanan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’nda da (PİSA) eğitim sistemimizin sınıfta kaldığı görülmektedir. Nitekim 2016 yılın PİSA sonuçları Türkiye’nin 72 ülke arasında 50. sırada yer almış, önceki testlere göre de performansı gerilemiştir. Maddi durumu yerinde olan ailelerin çocuklarının, diğer öğrencilere oranla 3 kez daha başarılı sonuçlar elde ettikleri de PİSA raporunun ortaya çıkardığı çarpıcı sonuçlar arasında yer almıştır

Anlaşılacağı üzere eğitimin eğitmemesi sorunu en fazla yoksulları etkilemektedir. Dahası gelir düzeyi düşük ailelerin eğitim harcamaları arttıkça kısıntı gıda ve sağlık giderlerinden yapılmaktadır. Yani eğitimin sınıfsal karakteri giderek belirginlik kazanmakta, halk sınıflarının nitelikli eğitime erişim olanakları giderek kaybolmaktadır. Kamu okullarında velilerin gelir düzeyi okullardaki eğitim kalitesini etkilemekte, özellikle yoksul mahallelerin çocukları kaderlerine terk edilmektedir. Adeta eğitim yoluyla toplumsal ayrışma sağlanmaktadır.

Kısacası eğitim alanında yaşanan çöküş ve çürüme hem bireysel hem de toplumsal düzlemde geleceğimizi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Çocuklarımızı mutsuz ve başarısız kılan bu sistemin karamsar bir tablo oluşturduğu açık. Kökten, ciddi ve kapsamlı bir eğitim seferberliğine girişmeden bu manzaranın dönüşmesi mümkün görünmüyor. Bu manzarayı dönüştürmeden de ülkenin ve gençlerin makûs talihini yenmek olası değildir.

1 TEDMEM (2016). OECD Yetişkin Becerileri Araştırması: Türkiye İle İlgili Sonuçlar. Ankara: Türk Eğitim Derneği Yayınları.